Alper Murat Kirpik Dini HikayelerKıymetli Yazarlarımızdan Seçmeler

Kitabımı Oku “ABIHAYAT”

ABIHAYAT

32. Bölüm– Secdede Saklanan Abıhayat

(BURSA, 1500’LER | Barbanas İncilinin İzinde)

Bu bölüm bir kapıdan değil, bir secdeden açıldı. Çünkü bazı kapılar ayakların değil, alınların altındaydı. Bursa’nın taş sokakları sabahın erken saatlerinde hâlâ uykudaydı. Uludağ’dan inen serinlik, şehrin avuçlarına su döker gibi yayılıyordu. Çınarların gölgeleri yerde uzun uzun yatıyor, minarelerin sessizliği bile bir zikri andırıyordu. Ve o anda, bilinmeyen bir yerde, bir insan alnını toprağa koydu. İşte Abıhayat tam oradaydı.

Secde, bu dünyada insanın en yalın hâliydi. Ün gider, korku dağılır, geçmiş susar. Alın yere değdiğinde, gök kapıları açılırdı. Abıhayat, ne bir çeşmeydi ne bir kadeh. Secdede saklanan bir sırdı. Kim kibriyle eğilirse bulamazdı. Kim gösterişle varırsa içemezdi. Ama kim Allah’ın rızasını dileyerek, sessizce kapanırsa… İşte ona su verilirdi. Görünmeyen, ama ruhu ayağa kaldıran bir su.

“Allah’ım, rızan yeter.”

Bu söz, Bursa’nın taş duvarlarında yankılanmadı. Çünkü kalpten çıkmıştı. Kalpten çıkan sözlerin yankısı arşa çıkar. Bu secdede, sadece bir kul yoktu. Zamandan kopmuş bir halkaydı bu. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi anıldığında, secde derinleşti. Çünkü O’nun adı geçen yerde secde uzardı. O, secdenin ahlakını öğretti ümmete. Secdeyi korkudan değil, aşktan kıldı. O’nun getirdiği din, insanı yere çökertmedi; yere eğerek doğrulttu.

O secdede, Hz. Ebubekir’in sadakati vardı. Tereddütsüz inanmanın serinliği…Hz. Ömer’in adaleti vardı. Titreyen taşlar gibi sağlam bir duruş… Hz. Osman’ın hayası vardı. Kur’an’la örtünmüş bir kalp… Hz. Ali’nin ilmi vardı. Kapısı açılınca hikmet dökülen bir şehir… Sahabelerin her biri, bu secdenin başka bir noktasında duruyordu. Çünkü onlar, secdeyi sadece bedene değil hayata yaymışlardı.

Melekler yakındı. Cebrail (aleyhisselam), vahyin hürmetiyle susuyordu. Azrail (aleyhisselam), ölümle değil emanetle bakıyordu bu secdeye. Mikail (aleyhisselam), rızıkları dağıtırken bu secdenin sahibine de nasibini yazıyordu. İsrafil (aleyhisselam), henüz sura üflemek için değil, rahmetin titreşimini dinlemek için oradaydı. Tüm melekler, secdenin edebini bozmamak için kanatlarını toplamıştı.

Bu anın içinde tüm peygamberlerin izi vardı. Âdem’in ilk tevbesi, Nuh’un sabrı, İbrahim’in teslimiyeti, Musa’nın arayışı, İsa’nın merhameti… Ve hepsi, Hz. Muhammed’de tamamlanmıştı. Çünkü O, peygamberlerin duasının cevabıydı. O’nu sevmek, Allah’ı sevmenin en kestirme yoluydu. Salavat, bir kelime değil, bir köprüydü.

“Hızır Aleyhisselam” adı anıldığında, secdenin rengi değişti. Çünkü Hızır, Abıhayat’ı içmişti. Ama o suyu bir yerden değil, itaatten almıştı. Ashâb-ı Kehf, zamanın dışına sığınmış gençler olarak bu secdenin tanığıydı. Uyuyarak değil, inanarak korunmuşlardı. Veysel Karani, görmeden seven bir kalp olarak bu secdenin kokusunu almıştı. Abdülkâdir Geylani Hazretleri, elini uzatmış gibiydi. “Ayağa kalkma,” diyordu, “secde yeter.” Torunu Kasım Efendi, bu yolun devam ettiğini fısıldıyordu.

İmam Gazali’nin şüphesi çözülmüş hâli vardı bu secdede. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin “Varlık birdir” diyen sesi, ama edepsiz bir birlik değil, Allah’ta yok oluş… Mevlana’nın dönmeden duran bir teslimiyeti… Yunus Emre’nin “Ben gelmedim dava için” diyen saf dili… Behlül-i Dana’nın deli görünen hikmeti… Hasan-ı Basri’nin titreyen kalbi…

Rabia-i Adviyye Hazretleri’nin cenneti bile istemeyen aşkı bu secdenin tam ortasındaydı. İsmail Fakirullah ile Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin güneşi bile edebe davet eden bakışı… Said Nursi’nin asrın kalabalığında Kur’an’ı yeniden seslendiren yalınlığı… Emir Sultan, Somuncu Baba, Üftade Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdayi… Bursa’nın taşlarına sinmiş velî nefesleri… Abdullah Baba ve nice adı bilinmeyen Allah dostu…

Hepsi buradaydı. Hepsi bu secdede birer zerreydi. Ve bu secde, sadece yaşayanlara değil, vefat etmiş tüm Müslümanların ruhlarına açılmıştı. Cinlerden imanla ölmüş olanlara, henüz yaşayan ama arayanlara… İnsanlardan uzaklarda sessizce ömür tüketenlere… Bilinen, bilinmeyen; yaratılmış ve yaratılacak her kula…

Abıhayat, o secdede dağıtıldı. Kimine gözyaşı olarak, kimine huzur olarak, kimine bir susuzluğun bitmesi gibi… İslam, burada bir kural değil, bir yuva gibiydi. Davet sert değildi. Çağrı bağırmıyordu. Sadece diyordu ki: “Gel. Secdeye gel. Dünya ağır geldiğinde gel.”

Hz. Muhammed sevgisi, bu bölümü kapatan mühürdü. O’nun ümmetinden olmak, bu secdenin anlamıydı. O’na salavat getirmek, Abıhayat’tan bir yudum daha almaktı. Çünkü huzur, başka yerde değildi. Ne altın harflerde, ne gizli dehlizlerde… Huzur, alnın toprakla buluştuğu yerdeydi.

Ve anlaşıldı ki Abıhayat bulunmamıştı. Zaten hiç kaybolmamıştı.

Sadece secdede saklıydı

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33Sonraki sayfa

Alper Murat Kirpik 

Alper Murat Kirpik
(d. 1994, HatayTürkiye), Türk yazar, içerik üreticisi, AI Prodüktör.Alper Murat Kirpik, 1994 yılında Hatay’ın Antakya ilçesinde doğdu. Baba tarafından aslen Kahramanmaraş’dır. Eğitim hayatını Kilis 7 Aralık Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesi’nde Okul Öncesi Öğretmenliği lisans programlarını tamamlayarak sürdürdü. Mezuniyetinin ardından öğretmenlik yapmış aynı zamanda çeşitli medya ve yaratıcı projelerde yer almıştır. Vine, Instagram, Youtube gibi bir çok uygulamada mizah içerikleri üretti.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu