Alper Murat Kirpik Dini HikayelerKıymetli Yazarlarımızdan Seçmeler

Kitabımı Oku “ABIHAYAT”

ABIHAYAT

17. Bölüm– Kalpten Gelen İlk ‘Lâ’

(BURSA, 1500’LER | Barbanas İncilinin İzinde)

Bursa’da sabah, her zaman bir sırla başlardı. Güneş, Uludağ’ın omzundan şehre eğilirken, yalnızca taşları değil, insanların kalplerinde saklanan eski yankıları da ısıtırdı. Ama bu sabah, başka bir sabah değildi. Bu sabahın içinde, söylenmemiş bir “lâ” dolaşıyordu. Henüz dile düşmemiş ama kalpleri yararak ilerleyen, henüz ses olmadan inkâr olan bir “lâ”. Şehir uyanıyordu, fakat uyanan şey yalnızca bedenler değildi; vicdanlar, korkular, bastırılmış inançlar, gizli dosyalar gibi saklanan hakikatler de gözlerini aralıyordu.

Taş sokaklardan ağır bir serinlik yükseliyordu. Veba sonrası şehrin hafızasına sinmiş o metalik koku hâlâ geçmemişti. Ölüm, Bursa’da bir söylenti değil; yaşanmış, görülmüş, dokunulmuş bir gerçekti. Her evin duvarında görünmeyen bir yas örtüsü, her kapının eşiğinde yarım kalmış bir dua vardı. Bu yüzden insanlar artık aceleyle “evet” demezdi. Önce susar, sonra içlerine döner, en sonunda—eğer cesaretleri yetiyorsa—kalplerinden geçen ilk “lâ”yı dinlerlerdi.

Onu ilk fark eden Hasan’dı. Medresenin arka avlusunda, sabah namazının ardından otururken…Taş zeminin soğuğu dizlerinden yukarı çıkarken… Tesbihin ipi parmaklarının arasında neredeyse kendiliğinden dönerken… Bir an geldi, tesbih durdu. Hiçbir dış neden yoktu. Ne bir ses, ne bir gölge. Sadece içten, çok içten bir durma hâli. Kalp, sanki bir el tarafından tutulmuştu.

“Ona dokunma.”

Bu cümle, kelime değildi. Ses de değildi. Bir yönelimdi. Bir reddediş. Sanki kalbi, bugüne kadar söylediği tüm “evet” leri silip yerine tek, sade, yalın ama sarsıcı bir kelime yazmıştı: Lâ. Hasan irkildi. Çünkü insan, çoğu zaman inkârı aklıyla yapar; kalpten gelen inkâr ise tehlikelidir. Kalpten gelen “lâ”, insanı yalnız bırakır. Dostlardan, düzenlerden, alışkanlıklardan koparır. Kalpten gelen “lâ”, Tanrı’ya daha yakın ama dünyaya daha uzak bir yerdir. Hasan bunu biliyordu. Ama bilgiyle gelen korku, kalpteki inkârı susturamıyordu.

Aynı anda, şehrin başka bir ucunda, eski bir tekkenin bodrum katında saklanan sandığın başında duran Yakup da irkildi. Sandık…Ah o sandık. Kimileri onu “evrak” diye adlandırıyordu. Kimileri “fitne”. Kimileri “kayıp”. Ama Yakup için sandık, geceleri uykusunu kaçıran bir nabızdı. İçinde ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Ama ne olmadığını biliyordu: Sıradan değildi.

Barbanas İnciline dair fısıltılar yıllardır Bursa’da dolaşıyordu. Herkes konuşuyor ama kimse yüksek sesle adını anmıyordu. Çünkü bazı isimler, söylenince ağırlık yapardı. Bazı metinler okunmak için değil, saklanmak için yazılmıştı. Yakup, bu sandığı teslim aldığı günden beri taşıyordu onu—ama sandık taşınmıyordu. Sandık, Yakup’u taşıyordu.

O sabah, sandığa dokunmak üzereyken, Yakup’un içinden bir ürperti geçti. Parmakları durdu. Avuç içi terledi. Çünkü o da hissetti o ilk inkârı. Henüz sebebini bilmese de bir şey dedi ona:  “Açma.”

Bu da bir “lâ”ydı. Sessiz. Derin. Mantıksız gibi görünen ama kalbin kendine özgü matematiğinde kusursuz olan bir “lâ”.

İşte o gün, Bursa’da aynı saatte, farklı kalplerde aynı kelime dolaşıyordu. Kimse bunu fark etmiyordu. Ama şehir, insanlardan önce hissederdi her şeyi. Rüzgâr sertleşmişti. Kuşlar beklenenden düşük uçuyordu. Cami avlularındaki gölgeler fazla uzundu. Sanki zaman, bir adım geri çekilmişti de herkesin ne yapacağına bakıyordu.

Kalpten gelen ilk “lâ”, genellikle korkuyla karışık gelir. Çünkü insan, inkâr etmeye alışık değildir. Evet demek kolaydır. Evet, uyum sağlar. Evet, kapıları açık tutar. Ama lâ… Lâ kapatır.

Lâ mühürler. Lâ yalnızlaştırır. Lâ, insanı kendisiyle baş başa bırakır.

Hasan, gün boyu bu hâlden kurtulamadı. Ders anlattı, ama kelimeler başka yerlere bakıyordu. Talebelerin yüzleri silikleşmişti. Bir ara konuşurken sustu. O susunca herkes sustu. Ama asıl sessizlik, Hasan’ın içindeydi. Çünkü sessizlik, bazen kelimelerin yokluğu değil; kelimelerin geri çekilmesidir.

“Biz hakikati aramıyor muyuz?” diye sordu kendine.

“Arıyoruz,” dedi içindeki ses.

“Peki neden korkuyoruz?”

Çünkü bulunan hakikat, mevcut düzeni bozar.

İşte kalpten gelen “lâ” tam da burada doğar. Hakikatle düzenin çatıştığı yerde.

O gece Bursa’ya yağmur yağdı. Ama bu yağmur, toprağa düşmek için acele etmiyordu. Damlalar havada asılı kalmış gibi ağır ağır süzülüyordu. Sanki gökyüzü de bir karar vermek üzereydi. Yağmurun sesiyle birlikte şehir yeniden içine kapandı.

Evlerde kandiller yakıldı. Gölgelere yeni biçimler verildi. Ve karanlık, her zamanki gibi daha dürüst oldu.

Yakup, sandığın başına tekrar geçti. Bu kez oturarak. Acele etmeden. Elini sandığın üzerine koydu. Kalbi hızlandı. Ama korkudan değil—netlikten. Çünkü bir şey çok netti artık: O sandığın açılması, sadece bir metnin ortaya çıkması demek değildi. O sandık açılırsa, Bursa’daki pek çok kalp kapanacaktı. Ve bazı kalpler bir daha açılmayacaktı.

“Ben buna evet diyemem,” diye fısıldadı.

Bu bir dua değildi.

Bu bir inkârdı.

Ama bozguncu değil, koruyucu bir inkâr.

Kalpten gelen ilk “lâ” bazen imanla karıştırılır. Oysa iman daha sonra gelir. Önce lâ vardır. Önce reddediş. Yanlışa, zorlamaya, siyasete, çıkarla giydirilmiş kutsallığa karşı bir geri adım. Kalpten gelen lâ, insanın kendine ilk sadakatidir.

Ve işte o an, Yakup’un içindeki huzursuzluk yerini ağır bir sakinliğe bıraktı. Sandık hâlâ kapalıydı. Ama artık düşman değil, sorumluluktu. Sandık susuyordu. Ama bu suskunluk baskı değildi; rıza gibiydi.

Aynı gece Hasan da uyuyamadı. Medresenin hücresinde, ince bir mum ışığıyla oturdu. Kalem elinde titriyordu. Yazacak çok şey vardı ama yazılacak tek kelime vardı: Lâ. O kelimeyi yazmadı. Çizmeye de cesaret etmedi. Ama kalemin ucunu muma tuttu. Mürekkep aktı, yandı, karardı. Kelime doğmadan küle döndü.

Bazen en doğru karar, alınmayan karardır.

Bazen en büyük cesaret, söylenmemiş cümledir.

Sabaha karşı, Bursa bir rüyanın içinden geçer gibi hafifledi. Kimse ne olduğunu tam bilmiyordu. Ama bir şey değişmişti. Şehir, görünmez bir eşikten geçmişti. O eşik bir kapı değildi. Bir kelimeydi. Ama dile gelmeyen bir kelime.

Kalpten gelen ilk “lâ” böyleydi işte.

Sessiz.

Karanlıkta atılmış bir imza gibi.

Ama kaderi değiştirecek kadar güçlü.

Ve hiç kimse o gün şunu bilmiyordu: O “lâ”, ileride nice kanı durduracak, nice hakikati koruyacak, nice yanlışı geciktirecek ve tarihin akışına görünmez bir set çekecekti.

Çünkü bazı tarihler yazılmaz.

Bazı hakikatler bulunmaz.

Bazı inkârlar, en saf kabuldür.

Ve Bursa, o gece bunu kalbiyle öğrenmişti.

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33Sonraki sayfa

Alper Murat Kirpik 

Alper Murat Kirpik
(d. 1994, HatayTürkiye), Türk yazar, içerik üreticisi, AI Prodüktör.Alper Murat Kirpik, 1994 yılında Hatay’ın Antakya ilçesinde doğdu. Baba tarafından aslen Kahramanmaraş’dır. Eğitim hayatını Kilis 7 Aralık Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesi’nde Okul Öncesi Öğretmenliği lisans programlarını tamamlayarak sürdürdü. Mezuniyetinin ardından öğretmenlik yapmış aynı zamanda çeşitli medya ve yaratıcı projelerde yer almıştır. Vine, Instagram, Youtube gibi bir çok uygulamada mizah içerikleri üretti.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu