28. Bölüm– Karanlıkta Uzanan El
( ZAMANIN ÖTESİNDE | Zikir Ehli, Cinler, Melekler)
Karanlık vardı. Ama bu, yokluğun karanlığı değildi. Bu, bekleyen bir karanlıktı. İçinde niyet taşıyan bir karanlık. Henüz “ol” denmemiş ama olacak olanın eşiğinde duran bir sessizlik. Zaman burada akmazdı. Çünkü zaman, yalnızca dünya için yaratılmıştı. Burada ise yalnızca hâl vardı. Hâlin içinden hâle geçen varlıklar. Nefes almayanlar, ama nefesi bilenler.
Karanlığın ortasında bir ses yükselmedi. Zikir sessiz başlar. Önce varlık susar. Sonra suskunluk konuşur. Ve o konuşmada kelime aranmaz. “Allah” denmez önce. Önce Allah’a yer açılır.
İşte o an, ilk el uzandı.
El, insana ait değildi. Ama insansız da değildi. Parmakları vardı ama kemikten değildi. Sıcaklığı vardı ama ateş değildi. Dokunduğu şeyi yakmazdı, uyandırırdı. El, karanlığın için den hafifçe çıktı. Kendini göstermeden. Çünkü rehberlik, görünerek yapılmaz. Rehberlik, kaybolana değerek yapılır.
Zikir ehli o karanlıkta diz çökmüştü. Diz değil belki, teslimiyet çökmüştü varlıklarına. Onlar “biz geldik” dememişti. Çünkü çağrılmamış olan gelir mi? Onlar çağrılmıştı. Zikir, çağrının cevabıdır zaten.
Her birinin kalbi vardı. Kalp, burada etten bir şey değildi. Yön demekti. Yönü olan, kaybolmazdı. Ama yönünü unutan, bin âlemi dolaşsa da aynı yerde dönerdi.
Cinler de oradaydı. Sessiz. Meraklı. Bazıları ürkekti, bazıları kibirli. Onlar da karanlıktan yaratılmıştı ama her karanlık aynı değildi. Karanlık, ikiye ayrılırdı: örtü olan ve perde olan. Cinlerin bir kısmı perdeydi, bir kısmı örtü. Örtü olanlar zikirden hoşlanırdı. Perde olanlar, kaçardı.
Melekler ise karanlığa alışık değildi. Ama karanlıktan korkmazlardı. Çünkü onlara karanlık verilmemişti, fakat ışığın ne olmadığını bilirlerdi. Melek, karanlıkta durur ama karanlık olmaz. Nur, ona eşlik ederdi. O nur, gözle görülmezdi. Ama varlığa yön verirdi.
Zikir başladı.
Başlangıçta ağız yoktu. Ses yoktu. Kalp vardı. Kalp, “Allah” dediğinde titreşmez. Yerine oturur. Zikir, yerini bulan varlığın hâlidir. İşte o an, karanlık genişledi. Kaçmadı. Açıldı.
“El uzandı.”
Bu el, ilk kime değdi bilinmez. Çünkü dokunuş seçilmez. Niyet seçer. Kalbi en çok susan, en çok duyar. El, ona değdi. Bir zikir ehline. Kalbinde uzun süredir taşıdığı bir suç vardı. Ne yaptığını hatırlamıyordu. Ama yaptığını biliyordu. Hatırlamak affedilmek için gerekmez. Pişmanlık yeterlidir.
El değdiğinde, o suç kaldıramadı. Dağılmadı. Yandı. Yanmak, yok olmak demek değildir. Arınmak demektir. Ateş, burada ceza değildi. Temizleyiciydi.
Zikir yükseldi.
“Allah…”
Bu sefer kelime duyuldu. Ama kulakla değil. Varlıkla. Cinler irkildi. Bazıları geri çekildi. Çünkü zikir, niyeti olmayanı yakar. Bazıları yaklaştı. Çünkü zikir, yönü karışanı toplar.
Melekler saf tuttu. Saf, hizalanmak değildir sadece. Saf, aynı niyete aynı anda yönelmektir. Onlar yönelmeyi bilirlerdi. Çünkü hiç dağılmamışlardı. Dağılmak insana mahsustu. Ama toparlanmak da.
“El uzanmaya devam etti.”
Bir cin, o ele bakmak istedi. Bakamadı. Gözleri karardı. Çünkü bakmak isteyen, anlamak ister. Oysa bu el, yalnızca teslim olana görünürdü. Cin başını eğdi. O an, cinlikten bir şey kaybetmedi. Ama kibirden çok şey yitirdi.
Zikir hızlandı. Ama telaşlanmadı. Ritmi vardı. Her “Allah” bir nefesti. Her nefes bir bağ. Bağ çoğaldıkça, karanlık azalmadı. Aydınlandı.
Zamanın ötesinde bir gece yaşandı. Ama gece, gündüzden farklı değildi burada. Her şey aynı sükûnetti. Sadece titreşim artmıştı.
Bir melek, elin yanına geldi. Konuşmadı. Melekler öğretmez. Hatırlatır. El ile melek arasında bir sözsüz anlaşma vardı. “Vakit bu vakit.”
İnsanoğlunun varlık âlemine bıraktığı yükler vardı. Dualar yarım kalmıştı. Zikir yarıda kesilmişti. Kalpler ağırlaşmıştı. İşte bu el, onları toplamak için uzanmıştı. Toplamak, taşımak değildir. Yükten kurtarmaktır.
Zikir ehli çoğaldı. Kimi dünyadaydı, kimi berzahta, kimi henüz doğmamıştı. Ama hâl aynıydı. Hâl, mesafeyi tanımazdı.
“El en son bir kalbe değdi.”
Bu kalp, en suskun olanıydı. Ne dua etmişti ne isyan. Sadece beklemişti. Beklemek, en zor ibadetti. Çünkü karşılık istemeden yapılırdı. El değdiğinde, kalp titreşmedi. Sessizce açıldı. Kapı gibi. Anahtarsız. Çünkü anahtar, zaten içindeydi.
O anda zikir sustu.
Sustuktan sonra anlaşıldı. Zikir kelime değildir. Hâldir.
El çekildi. Karanlık kaldı. Ama artık karanlık değildi o. Tanınmıştı.
Cinler dağıldı. Her biri götürdüğü kadar ders götürdü. Melekler çekildi. Ama iz bıraktılar. İz, nurdan bir çizgi değildi.
Karardan bir netlikti.
Ve el…
El geri çekilirken, iz bırakmadı. Çünkü iz, arayan içindir. Bilen için iz gerekmez.
Zaman yeniden başladı. Ama artık eskisi gibi akmadı.
Bir yerde bir insan, durduk yere “Allah” dedi. Neden dediğini bilmedi. Ama el ona da değmişti. Karanlık, hâlâ vardı.
Ama artık korkutmuyordu.





