Alper Murat Kirpik Dini HikayelerKıymetli Yazarlarımızdan Seçmeler

Kitabımı Oku “ABIHAYAT”

ABIHAYAT

21. Bölüm– Zeynep’in Gülümseyerek Gidişi

(2025, NEW YORK– TOKYO | Plaza Hayatı)

Zeynep’in gülümsemesi, hiçbir zaman bir mutluluk ilanı olmamıştı; daha çok sessiz bir veda işaretiydi. İnsan bunu ancak sonradan anlıyordu. O anlarda değil. O anlarda herkes onu güçlü sanıyordu, dengeli, “iyi” … halbuki gülümsemesi bir tampondu, içindeki büyük çöküşle dış dünyanın sertliği arasına yerleştirdiği ince, şeffaf, kırılgan bir cam parçası gibi. Kimse o camın arkasındaki yankıyı duymuyordu. Kimse, bu gülümsemenin dişler arasından zorla sabitlendiğini, dudak kaslarının bir savunma hattı gibi çalıştığını fark etmiyordu. Çünkü plaza insanı fark etmeyi sevmez. Plaza insanı, olanı görür; olanın neden olduğunu görmek, iş tanımına dâhil değildir.

New York sabahları Zeynep için hep metal kokardı. Gökyüzü bile gökdelenlerin arasında bir ofis lambası gibi dururdu; ne tam güneş, ne tam gölge. Zaman çizelgeleri, toplantı saatleri, Asya hattına bağlanan gece mailleri… Gün, insana ait değildi. İnsan güne aitti. Tokyo ile eşzamanlı yaşamak demek, bedenini iki kıtaya bölmek demekti; ruhuysa bu bölünmeye hiç çağrılmadan arada bir yerlerde bırakmak. Zeynep bunu yıllarca “kariyer” sanmıştı. Sonradan fark etti: bu, bir tür gönüllü parçalanmaydı.

Gülümseyerek yürürdü ofis koridorlarında. Cam duvarlar, cilalı zemin, sürekli açık kalan bir klimayla soğutulan hava… Bedeninin ısısı bile sisteme ayarlıydı artık. Mevsimleri kaçırıyordu. İlkbaharın gelişini hatırlamıyor, sonbaharı fark etmiyordu. Sadece mail eklerinde geçen “fall schedule” gibi kelimelerle biliyordu mevsim değişimini. Oysa çocukken bir defterin arasına konan kurumuş papatyanın zamanı vardı; şimdi her şey zamansızdı. Zamansızlık, insanı önce duyarsızlaştırır, sonra içten içe çürütür. Zeynep’in gülümsemesi, bu çürümenin üstüne serilen beyaz bir örtüydü.

Son günlerde geceleri uyuyamıyordu. Uyku, Tokyo saatine göre ayarlanmış bir misafir gibiydi; ya çok erken geliyordu ya hiç uğramıyordu. Kapsül dairede yattığında, tavan ona fazla yakındı. Sanki dünya, onun üzerine kapatılmıştı. Telefon ekranından sızan ışık, alnına düşüyor, düşünceleri daha da görünür kılıyordu. İç konuşmalar çoğalıyordu:

“Daha ne kadar?”

“Hangi başarı, hangi bedeli haklı çıkarır?”

“Ben ne zaman, nerede vazgeçtim kendimden?”

Bu soruların hiçbirini sesli sormadı. Çünkü plaza hayatında sorular, performans düşürür. Sorular ancak içten, sessizce, gece üçte sorulur. Ve cevaplar asla net olmaz. Zeynep’in cevapları, ağzında dağılan tadı olmayan cümlelere dönüşüyordu.

O gün…her şeyin “son gün” olduğunu belli etmeyen türden bir gündü. En tehlikelisi de budur zaten. Büyük vedalar genelde küçük, sıradan anların içinden çıkar. Zeynep sabah kahvesini aldı, asansörde aynaya baktı, saçını düzeltti. Aynadaki kadın ona tanıdık gelmedi. Bu tanımazlık duygusu, bir düşmanlık değildi; daha çok yorgun bir kabullenişti. “Ben bu değilim” demedi. “Bu da benim” dedi sessizce. Ve işte tam orada bir şey çözüldü. Bu çözülme bir ağlama değildi. Gözleri dolmadı. Yüzü düşmedi. Gülümsedi.

Toplantı salonunda cam masa etrafında otururlarken, sayılar havada uçuştu. Grafikler yükseldi, beklentiler konuşuldu, gelecek projelerden söz edildi. Zeynep konuştuğunda herkes onu dinledi. Sesi sakindi. İçinde fırtına olan biri için fazla sakindi. Ama kimse fırtınayı duymuyordu. Çünkü herkes kendi fırtınasını bastırmakla meşguldü. Plaza, bastırılmış hislerin ortak ofisiydi.

Tokyolu ekip bağlandığında, gece yarısından gelmiş yüzler ekrana düştü. Uykusuz gözler, disiplinli bedenler… Küresel bir yalnızlık vardı orada. Zeynep onlara baktı ve tuhaf bir yakınlık hissetti. Hep birlikte uykusuzdular. Hep birlikte uzak. Bu mesafede bir kardeşlik vardı ama adı konulmuyordu. O anda, gitme fikri zihninden geçti. Bir kez daha. Ama bu sefer korkutmadı. Aksine, ferahlatıcıydı. Gitmek, kaçmak gibi görünmedi. Daha çok yer açmak gibiydi.

Öğleden sonra, mailini yazdı. Kısa tuttu. Çok açıklama, fazla duygu… bunlar sistemde gereksiz yük sayılır. Oysa Zeynep’in içinde, anlatılmak isteyen bir okyanus vardı. Ama okyanuslar, tek bir cümleye sığmazdı. O yüzden sade yazdı. Teşekkür etti. Support’tan, büyümeden, deneyimden söz etti. Hiçbir yalan yoktu. Ama hakikat de yoktu. Hakikat, kelimelerden kaçıp gülümsedi.

Ofisten çıkarken kimse anlamadı. En tehlikeli vedalar böyledir. Sarılma yoktu, gözyaşı yoktu. Asansörde birileriyle güncel bir projeden konuştu. Kapı açıldı. Zeynep adımını attı. Ve dünya, o an fark etmeden eksildi.

Dışarıda akşam çökmüştü. New York’un ışıkları yanıyordu. Ne onlar, tabelalar, vitrinler… Hayat çalışıyordu. Kimse onun gitmekte olduğunu bilmiyordu. Bu bilinmezlik, Zeynep’e tuhaf bir özgürlük verdi. Kimseye bir şey ispat etmek zorunda değildi. Kimseye borçlu değildi artık. Gülümsemesi, bu kez bir maske değildi. Hafifti. Acı vardı içinde ama berraktı. Çünkü karar verilmişti. Karar verilmiş acı, kararsız mutluluktan daha temizdir.

Köprüye doğru yürüdü. Rüzgâr sertti. Saçlarını savurdu. Soğuk, yüzünü kesti. Ama o soğuk, içindeki uyuşmayı çözdü. Bir an durdu. Suya baktı. Su karanlıktı ama canlıydı. Akıyordu. Kimseye ait değildi. Kendisini taşıyordu. Zeynep suya bakarken, kendi gençliğini hatırladı. İlk hayallerini. “Bir şey olacağım” dediği günleri. Şimdi bir şeydi. Ama kendisi değildi. İşte bu fark, insanı en derinden yaralayan türdendir.

“Gitmek” dedi içinden. “Gitmek bazen kalmaktan daha dürüst.”

Bu bir teslimiyet değildi. Bir yorgunluğun estetik ifadesiydi.

Telefonu cebinden çıkardı. Birine mesaj atmayı düşündü. Kime, neyi anlatacağını bilemedi. Her cümle eksik kalacaktı. O yüzden vazgeçti. Bazı gidişler, tanıksız olmalıdır. Çünkü tanık, geri dönüş ihtimalini diri tutar.

Zeynep’in gülümseyerek gidişi, dramatik değildi. Büyük bir sahne yoktu. Ama tam da bu yüzden sarsıcıydı. Çünkü gerçek hayatta, en çok can yakan anlar sese ihtiyaç duymaz. Sessizce olur. Ve geride kalanlar, sonradan anlar.

Tokyo’da bir sunucu odasında bir sistem kısa süreliğine hata verdi. New York’ta bir ofiste bir sandalye boş kaldı. Birileri “Zeynep bugün izinli mi?” diye sordu. Kimse hemen cevap veremedi. Hayat, onun yokluğunu yavaş yavaş fark etti. Ama o, çoktan başka bir ritme geçmişti. Gittiği yer bir şehir değildi belki. Bir kararın içiydi.

Ve gülümseme…

İşte o gülümseme, ardında ne bir not bıraktı ne bir açıklama.

Sadece şunu fısıldadı:

“Bazen insan, hayatta kalmak için hayattan çekilir.”

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33Sonraki sayfa

Alper Murat Kirpik 

Alper Murat Kirpik
(d. 1994, HatayTürkiye), Türk yazar, içerik üreticisi, AI Prodüktör.Alper Murat Kirpik, 1994 yılında Hatay’ın Antakya ilçesinde doğdu. Baba tarafından aslen Kahramanmaraş’dır. Eğitim hayatını Kilis 7 Aralık Üniversitesi ve Muş Alparslan Üniversitesi’nde Okul Öncesi Öğretmenliği lisans programlarını tamamlayarak sürdürdü. Mezuniyetinin ardından öğretmenlik yapmış aynı zamanda çeşitli medya ve yaratıcı projelerde yer almıştır. Vine, Instagram, Youtube gibi bir çok uygulamada mizah içerikleri üretti.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu