Dini HikayelerSizden Gelenler

Cezbe; Bir Varoluş Hikayesi

Hikayesi

Cezbe; Bir Varoluş Hikayesi

– Üstadım Ölüyorum. Hikaye

– Hayır, sen doğuyorsun. İkisi birbirine çok benziyor.

Rivayet edilir ki; Kül Diyarının taş çeşmesinin taş musluğunda yıkadıysan yüzünü sana mutlaka bir hayır dokunur. Diyarın tüm bilgeleri, yaşlı bedenlerine ağır taşlar yüklenmiş gibi adımlarını sakin bir kararla atan tüm piri fanileri. Hikaye

Rivayeti çoktur, belki imkanı yoktur dese de kalbiğ Kays’ın belki o da bu taş çeşmeye uğramıştı. Derdinin çaresizliğine dalıp, bir avuç suyla yıkamıştı kederli suratını. Kader bir pergel çizgisiyle çizdiğinde kalan ömrünü. Hem bir yerde şöyle duymuştum:

Peygamber Efendimiz; “Siz bir yere gittinizi zannedersiniz fakat siz oraya götürülürsünüz” demiş.

Kays’ın yolculuğu da benim yolculuğum da aynı kapıdan geçmişti belki de. Derdi büyüdükçe, kendi küçülen her can, önce kendini kaybeder, sonra etrafındaki her şey yokoluşa tabi olur. Işığın etrafında dönerken canı yanan pervane böceği misali titrer ya, amansız bir dönüşe bırakır kendini. Can da senin değil ki, yalnız dönüş senin değil mi?

Derdim büyüdükçe gözlerim ışığına kapıldı. Ondan başka şey göremez oldu. Her gece bir kısacık uyku uyuyabilmek adına uzanıldı yataklara. Yataklar sivri kayalara dönüştü. Mumlar tükenip derin bir sukütu seçseler bile onun ışığının gözlerimde yaktığı iz, mil çekilmiş gibi hep yandı durdu. Karanlıkta yolunu bulamaz hale düşene kadar kararınca umudumun kandilleri. Dört duvar ve tavan yetmez oldu çığlıklarıma.

Kays’ın izlerini bulduğum o ilk yok oluştan çıkıp herşeyi bırakıp geldim. Varmak istediğim hiçbir yer olmadan.

Bölüm 1

Kalpleri Titreyenler

Bu dert beni terketmiyecekti. Öyleyse biraz olsun acısından kurtulmanın umuduyla bu çeşmeye kadar getirdi ayaklarım bedenimi. Hikaye

Pek ıssız bir yer değildi. Çok kalabalık da sayılmazdı. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar insan, bir insan kirpiğinin inceliği kadar akan su, bir de iki avuç kum tanesi kadar kuş vardı. Sıra ile suyu içip, yüzünü ellerini yıkayanlar, dillerinde dualarla kendi hallerince başka alemlerde geziyor gibiydiler. Hangi dertler hangi çaresiz hastalıklar, hangi adı konmamış huzursuzluklar vardı yüreklerinde kim bilir?

İçlerini acıtan suyun sesi kuşların cıvıltılarıyla birleşiyor, susamış dudaklarım sıra bana gelmeden hazır kıpırdamaya. Oysa kalbim benim bir taş madeni gibi, elleri kelepçeli ayakları bukağılı taşları balyozlarla parçalayan mahkum durumlarım vardı. Dini Hikaye

Yarı ümit yarı korkuyla uzandım suya, dağların serinliğini taşıyan suyun ferahlatıcılığı yayıldı yüzüme, durmadım yürüdüm sonra. Çok gitmeden benden sonra sırada bulunan biri arkamdan yetişti.

Derviş, selamünaleyküm hangi yöne gidersin? Hikaye

Basraya diyecekti, Rum illerinden birine giden bir başkası belki diyarı Ruma doğru diyecekti, fakat pusulası kırık bir değnek olan dervişin yolu yürümekle varılamayacak her yere değil miydi?

– Şöyle işte..Dedim. Parmağımla karşı tepeleri göstererek. Önce o tepelere doğru bakıp Esari ye mi gidiyorsun? Dedi.

– Benim de yolum orayadır, dilersen yol arkadaşlığı etmek isterim. Biraz azığım da var, bölüşmek isterim. Hasan, ben dedi. Derviş ya senin ismin nedir?

Mecnun.. Dedim, kendi, kaybolmuşluğumda Kays’ın ayaklarından birine sarılarak. Kays gibi güldüğümü onun gibi Leyla’nın peşinden onu aradığımı sanarak. Hikaye

– Öyleyse Farsisin. Dini hikaye

Biraz sonra bir iğde ağacının küçük gölgeliğine sığındık. Yanında taşıdığı çantasından bir ekmek ve birazda kağıda sarılmış tuz çıkardı. Biz dervişler doymak için yemiyoruz değil mi dedi. Gülümsedi.

– Hasan, Esari nasıldır? Öykü

Aynı gülümsemeyi hiç yere bırakmadan devam ederek.

– Esari Efendinin yanında açtım gözlerimi, kendimi bildim bileli oradayız. Babam Çulha köyünde imamlık edermiş, Efendi buradaki tepeye gelince bir çoğu onunla birlikte bir mescid ve dergah kurnak için buraya gelmiş, ekserisi de yanında kalmışlar. Biz de o ilk günlerde dergaha yerleşmişiz. O hikayelerini duyduğun heryerde kerametleri anlatılan zatlardan değildir. Elbette feraseti nazarı senin benim gibi değildir, fakat çok göz önünde bulunmaz hep inziva halindedir.

Tepeyi karşıdan gördüğümüzde muazzam bir kalabalık seçiliyordu. Şaşkınlığımı gören Hasan devam etti.

– Civarda çok ünlüdür. Kaybedilen şeyleri dualarla bulmasıyla meşhur olmuş, halkın teveccühüne sahip olmuştur. Her gün yığınla insan buraya gelir, bir eşyasını yahut bir yakınını kaybeden, bulduğuna inanan inanmayan hepsi dergaha doluşur akşam ezanına kadar burada kalırlar. Akşam ezanından sonra hiç kimseler kalmaz.

– Sahiden bulur mu kayıpları şeyhin? Öykü

– İnanmak yola çıkmaktır Derviş, yola çıkan da varmış gibidir.

– Bu kadar üne kavuştuğuna göre buluyordur elbette .Herkesle tek tek nasıl ilgileniyor aklım şaştı sadece.

– Şeyhim kimseyle konuşmaz. Gelen herkes bir kağıda yazar derdini, o yine inzivada iken bırakırız yanına kağıtları. Hikaye

– Birer dilekçe gibi yani.

– Evet.

– Oysa tanışmak duasını almak isterdim. Ne yazık.

– Sen şanslılardansın Derviş. Benimle yol arkadaşlığı ediyorsun. Akşam namazından sonra seni onun yanına götürebilirim. Senin de bir yitirdiğin mi vardır?

Henüz bir şey diyemeden, işte yine o titreme hali. Kalbimin çırpınışı kulaklarımda. Titreme bütün uzuvlarıma yayılıyor. Bu halimi gören Hasan acıyarak ve korkarak bakıyor bir anda yere yığılıveriyorum.

– Bu nehri bir adımda geçen gelsin. Dini Hikaye

Nehir belki beş insan boyunda, değil bir adımda on adımda geçebilmek ne mümkün. Şöyle uzanıp bakıyorum ki aman YARABBİ, delirmiş bir boğa gibi dalgalar, alevler gibi yükselip alçalıyorlar. Koca devlerin elleri gibi uzanıp kıyıdaki taşları sürükleyip götürüyorlar. Nehrin kenarında bu sözleri söyleyen gözlerinin yeşili belki bin arşından görülebilen o var, bir de karşısında boyunları eğik üç adam. O hiddetle tekrar ediyor cümlesini.

– Bu nehri bir adımda geçen gelsin.

Estağfurullah. Ne zaman kendimden geçsem O nu görüyorum. Bu nasıl rüya, gerçekmiş gibi. Sesinin hiddetinden titriyorum. Yaklaşıyorum. yakşaltıkça boynunu eğen o üç adamın kim olduklarını anlama isteği uyanıyor içimde. Öyle hüzünle eğiilmiş ki boyunları kesilmek için uzanan İsmail (a.s) gelirdi aklına. Beni görmüyorlar, dönüp bakmıyorlar hatta yüzü bana dönük olduğu gözlerinin yeşilini içimde hissettiğim halde O da bana bakmıyordu. Ben yok muydum? Yüzlerine bakmak için eğiliyorum. Aman YARABBİ .

Bismillahirrahmanirrahim. Bu adamların üçünün yüzü de benim yüzüm.

Hasan su çarparak uyandırıyor bayılan bedenimi.

– Korkuttun beni Derviş iyisin ya? Dini Hikaye

– Bu hal belki beni bir senedir sarsıyor. Ayaklarımı yerden kesiyor. Gitmedik hekim bırakmadım adını bile bilmediğim yerlerde aradım dermanı lakin ne olduğunu dahi anlayamıyorlar. Bir titreme sarsıyor sonra nefesimi kesip yıkıyor yere beni. Her baygınlığıma bir kabus, hep başka başka yerlerde aynı kişi. Korkutuyor beni. O belki benim ölümümdür. Canımı almadan gitmeyecek. Lakin takatim kalmadı kardeşim. Çaresizim. Hastayım.

– Üzülme Derviş. Derdi veren dermanı da vermiştir. Derdini bir de Esari hazretlerine anlatalım. İstemez misin?

– Anlatalım kardeşim. Hikaye

Bir müddet sonra dergaha varmıştık. Bahsettiği gibi kalabalıktan dergahın kapısından zor girdik. Akşam ezanına kadar bir odaya yerleştirdi beni, bir eski zaman kokusu gelip okşayıp uyuttu gözlerimi. Ezan sesiyle uyandım. Kalkıp abdest alıp yetiştim cemaate. Namazı Esari Efendi kıldırıyordu. Namaz bitince tesbihat için oturduğu yerde cemaate doğru dönünce mirabın çinilerinin yeşilliğinden daha yeşil gözleri bana tek birini; titreme nöbetlerimde gördüğüm rüyalardaki O adamı hatırlattı. O Esari miydi?

Hac suresi 35. ayetini arapça okuduktan sonra derin bir nefes alarak ;
“Onlar; Allah’ı zikrettileri zaman kalpleri titreyenlerdir. Onlara isabet edenlere sabrederler” diye meal etti.

Sadakallahülazim.

Camiinin kubbesine ulaşıp geri dönüp her sofinin gönlüne düşen nur, benimde içime seherde yağmur gibi yağdı.

Zikrettileri zaman kalpleri titreyenlerdir.

Zaman büküldü, kıvrıldı, boynum küçük bir tesbihe dolandı.
Ayaklarım bu dünyada kaldı, başım başka dünyalara geçip gitti. Hasan koluma girip bahçeye çıkardı, orada kalabalığın arasında Esari Efendi cemaatt ile konuşuyordu. Hasan yaklaşıp dili döndüğünce derdimi anlattı. Gözleri dinlerken hafifçe daldı. Beni ayaklarımdan bahçedeki ağaca başaşağı asmış gibiydiler. Bir sarkaç gibi umut ve korku arasında gidip geliyordum.

– Hoşgeldiniz evladım, dedi.

– Hoşbulduk efendim.

– Hastaymışsınız geçmiş olsun.

– Sağolun Efendim. Hasan’ın da anlattığı gibi duanıza ihtiyacım var.

– Nasıl geliyor o titreme nöbeti?

– Ansızın. Hiçbir şey olmadığı halde. Titreme haliyle başlıyor, kalbimin sesi kulaklarımı patlatacak kadar çok duyuluyor. Dudaklarım kabuk gibi oluyor, bedenim uyuşuyor sonra yere seriyor beni. Anlatırken bir çocuk gibi ağlıyorum sebepsiz. Sonra muhakkak Efendim bir kabus ya da rüya görüyorum, öyle gerçek görüyorum ki rüyada olduğumu unutuyorum. Baygın olduğumu anladığım anda uyanıyorum.

– Nasıl rüyalar?

– Hep başka yerde başka şeyler söylüyor, ama hep aynı kişi var efendim. Buraya gelirken bayıldığımda yine Onu gördüm.

– Lütfen anlat evladım. Çekinme!

– Bir nehrin kenarında.. Bir nehir ki Kızıldenizin sularından yüksek, Nil’in karnından daha geniş O ve üç kişi nehrin kenarındaydılar.

O, o kendisine dönük halde duran üç adama dönerek;

– Bu nehri bir adımda geçen gelsin.Dedi.

O böyle söylerken diğer üçü boyunlarını suçluymuş gibi eğmiş bekliyorlar, ağızlarından hiç bir kelam dökülmüyor. Ben bu üç adamı merak ettim. Yanlarına yaklaşıp yüzlerine bakınca Efendim.

– Evet.

– Yüzlerinin benim yüzüm olduğunu gördüm.

Kalabalık içinde öyle bakışlar vardı ki hasta bedenim üzerine evvela acıyla baktıkları mecnunun artık çoktan mezarına yürüyen bir ölüm yolcusu olduğunu düşünmeye başladıkları okunuyordu.Bu son sözüm üzerine Esari Efendi ‘‘ Allah şifa versin .’’ diyerek yanımızdan uzaklaştı. Bir müddet diğer adamlarla sohbete giriştiyse de ben hala aynı yerde bir kaç cümle daha kurmasını beklemeye devam ediyordum.

Derdimi açtığımda bu kadar kısa bir cevap beklemiyordum. Oysa ben yokmuşum hiç gelmemişim hiç derdimi söylememişim gibi biraz ileride tebessüm ediyor, şakalaşıyordu. Hasan gözümün içine bakarak ‘‘Vardır bir hikmeti Derviş’’ diyerek koluma girip uzaklaştırdı beni.

O gece zaten olmayan uyku tomurcukları yerine gözyaşları misafirim oldu. Dilimde minberde okuduğu ayeti kerime bir taraftan bir taraftan da bu nehri bir adımda geçen gelsin diyen yeşil gözlü.

Bana ne oluyor?

Bir zamanlar ben tarlada buğdaydım. Şimdi un olmuşum. Dünya dönüp durduğum bir çuvala koymuş beni, zamana mekana tutunmasam uçup gideceğim. Taşıdığım canın sahibi Sensin. Sen her oluşu hikmetle yaratırsın. Sen yuvası dağılmış kuşa merhamet edensin. Sen yolcuyu da yolu da bilir, hükmü kendine saklarsın. Sana teslimim.

Ay doğmuş, yıldızlar pırıl pırıl camda semayı seyrediyor, acaba ben nereliydim, nereden geldim buraya, sahi mecnunmuydum adımı unutturan bu derde düşmeden önce?

Bahçe ulvi bir seyahate doğru açmış kollarını, gölgeler ve ışıklar rüzgarın dokunuşuyla zikre dalmışlar. Ağaçların dalları huuuu dedikçe sarhoş oluyor deredeki balıklar, durup durup su yüzüne çıkıp; aya yıldızlara bakıyor hayran olmuş dönüyor sonra yeniden sonra yeniden. Her kuşun gagasının ucunda aynı rayihalı hülyalı ezgi var, hepsi ama hepsi bu gece bahçede tutuşup yandıkları aşka kendilerini teslim ediyorlar. Dalları ağaçlar teslim alıp sıkıca bağlıyor ellerini. Kuşları rüzgar, deniz de balıkları, hummalı bir aşk semahı, dönüyor bahçe.

Sabah olmak üzere. Daldırıyorum şerbetine aşkın gönlümü nasibime dolan kadar bu gece. Bahçede gözlerim yine Onu görüyor. Acaba yine bayıldım mı uykuda mıyım rüyada mıyım demeye kalmadan bahçede gezinenin Esari Efendi olduğunu anlıyorum. Ağaçların yapraklarına dokunuyor bir o tarafına koşturuyor bahçenin bir diğer tarafına.

Estağfurullah bu nasıl bir hal. Bir mecnun da o mu olsa gerek? Hikmet varsa bir çaresi elbette vardır bir hikmeti Şeyhe koşup demeliyim ki ben duramıyorum derdin içinde, ya bir dermanı var bu hastalığın yahut razı ol ölümüne hazırla kendini desin bana.

Apar topar odanın kapısını açıp merdivenlere varacakken ayağımın eşiğe takılmasıyla yanağımı evin tahta zemininde acıyla hissetmem nasılda ani oluverdi. Acı benymime varınca Allah diye feryat etmiştim. Öyle büyük bir gürültüyle düşmüşüm ki zannederim bütün dergah zıplayıp tekrar yerine geri oturdu. Artık ben dahil herkes uyanıtktır düşüncesiyle kalkmaya çalıştım. Ben bahçeye çıkamadım ama düşmeyle çıkardığım ses bahçeyi de aşmış olacak; inmek istediğim merdivenlerden Esari Efendinin gelmekte olduğunu gördüm. Hızla serin kanlı kalarak eliyle çekip kaldırdı düştüğüm yerden.

– İyi ki gelirken çeşmeye uğramışşsın . dedi gülümseyerek. Suyun şifası olmasa yüzüne batan çividen oluk oluk kanlar akmaz mıydı?

Sahiden de zeminde bulunan bir çivi yüzümü delmiş öylece kalakalmıştı kemiğimin ucunda. Elimi yanağıma götürünce çivi elime geliverdi.

– Sen hasta değilsin evladım.Senin yaşadığını uçmaya ilk olarak başlayan bütün kuşlar yaşıyor.

– Üstadım lakin ben ölüyorum.

– Sen doğuyorsun. İkisi birbirine çok benziyor.

Gözlerimden akan yaşlar yaşlı avuçlarına düşüyor, eli yanağımda sözleri baldan daha güzel. Geceymiş bu. Nasıl güzel bir geceymiş. Artık hiç korkmuyorum.

Yazar – Tuğrul Şenol 

Hikaye, hikaye oku, öykü, dini, hikayeler, İslami hikayeler, dini öyküler, İslami öyküler, gerçek öyküler, gerçek hikayeler, dini hikayeler, Üstad, şifa, cezbe, Esari Efendi,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu