Ağlatan HikayelerSinan Korkmaz

Duygusal Hikaye; Öksüzlerin Turşusu

Duygusal Hikaye; Öksüzlerin Turşusu

Duygusal Hikaye Oku: Babaanneleri yerdeki turşularla boğuşurken öksüzler öteye beriye koşarak onu kızdırmaya devam ediyorlardı. Mahallenin meraklı kadınları da Hanife teyzenin çevresine toplanmıştı. Yaşlı aklı işte… Birinden gördü ve heveslendi, o da turşu yapacaktı. Ev ahalisini ve kalabalığı bahane ederek sıvadı kolları. Asıl turşu isteyen iki öksüzdü. Madem böyle iştahlandı torunları onları kırmayacaktı.

O sırada çocuklardan iyice bezginlik geldi. Elindeki sopayla hepsini kovaladı bahçeye doğru. Komşu kadınlardan en meraklı olanı Hanife teyzeyi kızdıracak sorularına devam ediyordu. O da gelen sorulara sitemle cevap veriyor, umursamaz davranarak işini bitirmeye çalışıyordu. Çocuklar bahçeyi aşarak dere tarafına yöneldiler. Öksüz olduklarından dolayı annesizliği fırsat bilmişler, ellerinden gelen tüm yaramazlığı ortaya koymuşlardı. Babaları onlara gereken değeri veriyordu vermesine de annesizlik işte… Benzemiyordu onun yokluğu hiçbir şeye. Sırtından sıcaklığı gider de çocuğun yüzünden hüzün akar. Öyledir işte öksüzlük.

Anneleri giderken en küçük kardeşlerini de yanında götürdü. Trakya bölgesinde bir ilçeye yerleşti. Orada akrabaları olan bir adamla ikinci evliliğini yaptı. Diğer iki kardeş babaannede kalarak babalarıyla yaşamaya başladılar. Dedeleri aksi bir adamdı ama torunları için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Kasabadaki okula kayıt ettirdiler öksüzleri. Günler gelip geçiyor, öksüzler hızla büyüyordu bütün çocuklar gibi. Bulundukları mahalle seksen darbesinden sonra göç almaya başlayan, dereye yakın düzlük bir yerdi.

Evlerin ilerisinde boş arazilerin yanı sıra çeltik tarlaları da vardı. Dedeleri, evlerinin yanındaki binanın alt katına bakkal açmış, babaannelerinin oyalanması için bir fırsat yaratmıştı. Öksüzler bağ ve bahçe işlerinde ellerinden geldiğince dede ve babaannesine yardımcı oluyorlardı. Bahçelerinde kümesleri vardı. Tavuk, hindi ve kaz. Küçük öksüz her sabah kümesin kapısını açar, yemlikleri ve sulukları kontrol eder, tüm hayvanları sayar, akşam tekrar aynı işlemleri yaparak yerine koyardı.

Hanife teyze ateşi iyice güçlendirdi. Konu komşu da öğle yemeği için bir şeyler hazırladı. Çayı da demleyerek yaşlı kadının yanına geldiler. Dedikodu ortalığı sarmıştı. Mahallenin bazı dedikoducu kadınları ateşin etrafında hem turşuyu hem de dedikoduyu kaynatıyorlardı. Diğer kadınlar da yapmayın, günahtır diyerek dedikoducuları ikaz ediyordu. Sohbet iyice koyulaştı. Mahallede yaşayan ilginç insanlardan açtılar muhabbeti. İlk önce Metin ve karısıyla dalga geçmeye başladılar. Metin’in karısı kimseyle muhatap olmayan çalışkan biriydi. Sabah erken kalkar kocasını işe uğurlardı. Zavallı adamcağız sekizden sekize mesai yapar evini ve ailesini hiçbir şeyden eksik etmezdi. Kıskanç kadınlara dert olmuştu bu ilgi. Hanife teyzenin yaptığı turşuyu bahane ederek oraya toplanıp Metin ve karısını bir güzel çekiştirmeye başladılar. Turşu kaynamaya başladı. Yemekler bitmek üzereydi. Birkaç kadın ayağa kalkarak bulaşıkları yıkamak için eve girdi. Hazırlık yapıp ortalığı toplayacaklardı. El birliğiyle o gün o turşuyu bitirip küplere koymak istiyorlardı. Dere tarafından sesler gelmeye başladı. Meraklanan kadınlardan bir kaçı o tarafa doğru koştu. Meğer mahallenin çocukları otlayan inekleri korkutmak ve eğlenmek için kovalamaya başlamış, ürken inekler yeni yapılmakta olan tek katlı bir ev inşaatının örülen taze duvarını yıkarak orada çalışmakta olan işçileri çileden çıkarmıştı. Çocuklar korku ve heyecan karışımı bir ruh haliyle evlerine kaçıştılar. Turşu yapımına yardım eden kadınlardan bazıları hızla koşup çocuklarını ıslah etmeye gittiler. Hanife teyze onlara bağırarak kendi torunlarını da yanına yollamalarını söyledi kadınlara. Yaşlı kadının iş başından aşmıştı amma yalnız da değildi. Eve gelen torunları tekrardan azmaya başladılar. Kız, oğlanı yönlendiriyor, yerdeki teknelerin üzerinden atlaması için akıl veriyordu. Oğlan da ablasının laflarını emir sanıyor dediklerini aynen uyguluyordu. Bazen de tozlu ve kirli ayaklarla teknenin içine basıyorlardı. Öksüzlerin turşusu akşama kadar küplere basılıp hazır olacaktı. Sadece onlar değil evlerinden eksik olmayan misafirler, mahalleli ve diğer insanlar da nasiplenecekti o turşulardan. Hanife teyze mahalledeki kadınlara imrenerek adeta bende turşu yaparım neyim eksik havalarına girince el atmamak olmazdı. İşi olmayan tüm kadınlar koşup geldi yanına.

Zordu onların yaşadığı hayat. Yoksullukla boğuşup hayatla didişen insanlardı. Mahallede bazısının geliri iyiydi. Çoğu dar gelirliydi. Öksüzlerin dedesi emekli bir adamdı. Traktörü, bakkalı, bağı bahçesi vardı. Büyük ve küçükbaş hayvanın yanı sıra fındık üreticiliği de yapıyordu. Huzurları da olsaydı keşke. Evden gelinleri gidince alt üst oldu hayatları. Öksüzlerin umrunda değildi. Onlar mahallenin haylazlarıyla bir olup sabır çatlatmaya devam ediyorlardı. Şimdiki gibi akıllı telefonlar da yoktu ki bir gün meraklanıp da analarıyla hasret giderebilsinlerdi. İşyeri ve bazı evlere yeni yeni bağlanıyordu sabit telefonlar. Seksenli yıllar…

Hanife teyze kadınları tekrardan başına topladı. Sağa sola emirler yağdırarak turşunun son halini karar kılmaya çalışıyorlardı. Küpler hazırdı. Doldurma işlemi başladı. Güzelce sıraladılar bidonları. Bulaşan ve dağılan ortalığı tertemiz etti mahallenin genç kadınları. Hanife teyzeye de övünmek kaldı. Diğer kadınlar vardı başrolde ancak yaşlı kadının dudaklarında beliren övünme şekli onlara bu başrolü vermek istemiyordu. Hayatının büyük bir kısmını övünerek geçiren yaşlı kadın o gün de büyük bir işe imza atmıştı. Öyle ya, bir günde kaç işi yürütüyordu kendi başına. Övünmek de dövünmek de onun en doğal hakkıydı. Huysuz kocasıyla zaten anlaşamıyorlardı. Gün geçmezdi ki birbirlerini yemesinler… Torunların hatrına çoğu şeyi de görmezden gelebiliyorlardı. Öksüzlerin babası inşaatlarda çalışıyordu. Sessiz sakin bir adamdı. Babası gibi gözü açık biri değildi pek. Babası Avrupa görmüş bir adamdı. Benim diyen insanı iki dakikada kandırır çuvala koyar, hurdacıya teneke diye satardı. Bir defasında evlerine dadanan süslü ve başıboş bir köpeği bir cinlik düşünerek Avrupadan getirdim diye zavallı bir hurdacıya satmıştı. Hurdacı köpeği kırk hevesle at arabasına yükleyerek çarşıya sosyete mahallesine götürmüş ancak kazıklandığını anlamamıştı. Cin fikirli olmak onun en büyük özelliğiydi. Öksüzlere de dedeydi aynı zamanda… Onları kontrol altında tutmayı seviyordu. Çünkü tüm bakım ve masrafları ona aitti. Babalarını pek kaale almazdı dede.

Akşamüzeri iş bitmişti. Turşu küpleri yerlerine yerleştirildi. Mahallenin yardımsever, meraklı ve aynı zamanda dedikoducu kadınları Hanife teyzeye o gün çok büyük iyilik yapmışlardı. Yine de çenesi durmaz onları kakmadan edemezdi. Her birine lakap takar, alay eder, hiçbirini beğenmezdi. Gelini de, günahı boynuna, onun çenesi yüzünden terk etmişti evi ama soranlara namussuzluk ettiğini söyler dururdu hep. Güya o çevredeki, onlara akraba olan bir adamla bir evde basılmışlar, adları çıkınca da gelin gitmek zorunda kalmışmış…

Öksüzler dünyadan bir haber büyürken, büyükler kendi bildiğini okumaya devam ediyordu. Hangi kadın durup dururken namussuzluk ederdi? Hangi kadın durup dururken yuvasını bozmak zorunda kalırdı? Hangi kadın iki çocuğunu da bırakıp uzak diyarlara giderek tekrardan evlenmek isterdi? Akılsız olmak gerekirdi bunları yapmak için? Yada çok güçlü sebepler gerekirdi. Yuva yıkanın yuvası olmaz elbet. Biriken tüm günahlar illa ki birinin boynuna dizilecekti günah çelengi gibi. Can taşıyorsa bir kul muhakkak yaptıklarının hesabını da verecekti. O gün mutlaka gelecekti. Korkusunun farkına kim varabilirdi peki? Ahireti düşünen… Allah’a gerçekten inanan… Sözde değil özde müslüman olan…

Öksüzler kararan havayla birlikte evlerine girdiler. Küçük öksüz olan oğlan, dedesinin yanına giderek, hayvanları kontrol ettikten sonra kümesi kapattığını söyledi. Turşuya yardımcı olan kadınlardan bazısı evlerine dönmüştü. Öksüzlerin evinden misafir eksik olmazdı. Muhakkak her akşam birileri çaya gelirdi ya da yemeğe… Gitmeyen genç kadınlar iki demlik çay yaptılar. Dede çay hastasıydı. Bir oturmaya en az beş altı bardak çay içerdi. Hanife teyze de yorgunluğunu atmak üzere masaya oturdu. Ev genç kadın doluydu nasılsa. Öksüzlerin turşusu da bitmişti. Yemekler de hazır edilmiş, çay demlenmişti. Derler ya hani en kötü kadın bile yuvayı muhteşem yapar, eli değsin yeter ki… Öyle oldu. Yaşlı ve güçsüz kadının yapamadığını komşunun gelinleri yaptı. Öksüzlere kış boyunca doya doya yiyebilecekleri beş küp turşu kurup doldurdular. Dayanışmanın en hasını gösterdiler.

Öyle değil miydi komşuluklarımız yurdun her bölgesinde? İnsan, ırk, dil, memleket ayırmadan yardım etmez mi bugün hâlâ kadınlarımız komşularına? Yetimleri, öksüzleri kendi çocuğu gibi evine alıp yıkamadı mı annelerimiz, kadınlarımız, ablalarımız? Emanete gözü gibi bakmadı mı? Bugün, abuk sabuk kurulan ilişkiler yüzünden birkaç dengesiz, komşuluk ilişkilerini zedeledi. Sanmasınlar ki her yeri lekelediler..! Asla… Kötülük yapan kendine yapar derler, öyle de oldu… Önce insanlıklarını sonra da özgürlüklerini kaybetti kötülük edenler. Memleketlerinden çıkmak zorunda kaldılar.

Öksüzler ve yetimler Allah’ın emanetidir. Onlar Hazreti Peygamberin sıkı tembihleriyle korunmuş ve adeta mühürlenmişlerdir. Haklarında kaç kez ayet inmiş, hadis nakledilmiştir.

Öksüzlerin turşusuna yardım eden kadınlar dayanışma örneği sergilediği gibi komşuluk ilişkilerine de örnek oldular. O kış sık sık bir araya gelerek Hanife teyze ve öksüzlerin işlerine yardım ettiler. Annesizliklerini onlara hissettirmemek için evlerinden annelik duygularıyla uzandılar komşu evine yardım eliyle. İhtiyacımız olan en büyük şeyi tamam etti komşu kadınları. Öksüzlerin turşusu Hanife teyzenin inadıyla başladı kurulmaya, komşu kadınlarının el birliğiyle tamam oldu. Günler sonra küpler açıldığında öksüzler bayram etmişti adeta. Taze turşuları tabaklara koymadan küp kapağını kaldırarak yemeye başladılar gizli gizli. Sonraları tabaklarda sofraya koymayı huy edinmişlerdi. Bazen de kavurmasını yiyorlardı. Çocuk değil miydi onlar? Komşularının evinde görüp de istemediler mi turşu? Babaannelerine defalarca tembih etmediler mi bizde turşu istiyoruz diye..?

Evlerinden eksik olmayan komşular Hanife teyzenin yetişemediği her bir şeye el atıyorlardı. Bir anneleri gitmişti ama kırk anneleri olmuştu. Hoş, annelerinin yerini tutmazdı elbet ama yokluğunu da aratmıyordu kadınlar. Babaannelerinin çenesine rağmen.

İyi ki merhametten yoksun değildi yaşlı kadın. Öksüzler fena hırpalanırdı yoksa. Hanife teyze bakkalına gelen mahalleli çocukları eli boş göndermez, paralarının yetmediği nice çikolata ve yiyecekleri ceplerine tıkıştırırdı. Merhametten maraz hasıl olmayacağını çok iyi bilirdi o. Göz hakkını bilene akıl vermeye ve ayet okumaya gerek yoktur ya hani, o hesap. Geri geliyordu, fazlaca verdikleri, geri gelmeyen tek bir şey vardı, o da öksüzlerin anneleri…

Trakya’da kendine yeniden bir hayat kuran öksüzlerin anası, küçük oğlunu ilgi ve şefkatle büyütüyordu. İki kardeş onları hiç görmediler. Yıllar sonra bir haber geldi. Annenin yanındaki kardeşleri, beyninde oluşan bir rahatsızlıktan dolayı vefat etmişti. Ölümün ve ayrılığın nasıl bir his olduğunu tarif bile edemeyen iki kardeş, yaşadıkları duyguları, ilerleyen yıllarda tarif edebilecek kapasiteye gelebilecekler miydi acaba? Hissizlik vardı ikisinin de hislerinde. Günü birlik yaşamayı alışkanlık haline getirenler gibiydiler. Belki de yaradan onlara analarından ayrıldıkları gün hissizlik aşısı yapmıştı. Duyguları alınan canlılar var mıdır kim bilir? Onlar da duyguları alınan canlılardan mıydı? Yıllar geçti de bir kez bile anamız nerede, neden bizi terk etti, demediler… Hissizlik aşısı yüreklerine damlayan gözyaşı mıydı yoksa? Kaç çocuk yetim, kaç çocuk öksüz kaldı bu dünyada? Kaç çocuk hissiz kaldı bu dünyada? Kaç çocuk el eline düştü de mutsuz oldu bu dünyada?

Öksüzlerin turşusu yenmeye başlandığında, mahalleli, yüreği buruk ama bir yandan da gurur duyulası bir işi yapmış insanlar oldukları için mutluydu. Dilden dile dolaştı öksüzlerin turşusu. Turşu yemeyen ekşi düşmanı insanları yediden yetmişe iştahlandırdı. Hemen hemen her evde o turşular anlatıldı. Merak edenler Hanife teyzeye konuk olup turşuları yerinde gördü. Öksüzler acıktığında, yemek hazırlamaya üşenip de kısa yoldan ayaküstü karın doyurmak için zaman zaman ekmekle o turşulardan yediler. Ellerinde tabaklarla sokaklarda dolaşarak diğer çocukları kıskandıran bir iştahla turşu tükettiler aylarca.

Hikayenin Yazarı: Sinan KORKMAZ

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu