Turhan CANTÜRK

Hikaye İçinde Hikaye; “Sanayi”

Hikaye İçinde Hikaye; “Sanayi”

Benim taksinin radyatöründe uzun zamandır su kaçağı vardı. Canımı sıkıyordu. Böylesi işlere hevesim olmadığından kaçağın yerini tespit etmeye üşendim. Eksilen suyu tamamlamak için, bagajda hazırda beklettiğim plastik şişelerden su eklemek niyetiyle motor kaputunu açtıkça, yüzümü ekşiterek nerde kaçak var acaba diye üstünkörü bakmaktan başka bir şey yapmadım. Ta kışın başında, eksi dereceleri gören köyün havasında motora bir ziyan gelmesin diye ucuzundan bir don önleyici almıştım. Bir aydan fazla gezdirdim arabada. Poşetin içinde, yoğurt çıkını gibi duruyordu yan koltuğun altında.

Bir gün, yine su eklerken, rastlantı ile buldum kaçak yerini. Göz önündeymiş. Radyatörün üst kısmından çıkıp motora bağlanan S biçimli kısa, kalınca bir hortumun motora bağlanan ucundaymış kaçak. Bir güdü ile oraya elimi atınca gelen ıslaklıktan anlamıştım.

Sanayide yaptırırım bir gün cesaretlenirsem dedim. Epeyi erteledim. Bugün gittim.

Sanayi esnafı en cinlerindendir esnaf taifesinin. Hele bir de tanıdığınız ustalarınız yoksa yandığınızın resmidir. On liralık iş yaparlar, otuz alırsa şükredersiniz. Borcum ne demeye yüreğiniz hoplar. Sorduğunuzda da, idamını bekleyen suçlu gibi mahzun, ustanın yağ karası dudaklarının kıvrımlarına kenetlenir bakışlarınız. Beklerken boynunuz yavaş yavaş omuzlarınıza gömülür. Kalbinizin atışları ritmini şaşırır. Soluk almazsınız bir süre. Sonunda cezanızı söyler. Başınız usul usul çıkar girdiği yerden. Nabızlarınız normale dönmeye başlar. Onun ağzından duyduğunuz rakam ne olursa olsun, kısa bir an, rahatlama duyarsınız. İkram mikram diye gevelersiniz. Beş lira inse ohh çekersiniz. Kuzu kuzu parayı verip gerisin geri gidersiniz.

Yapılacak olan iki kelepçeyi söküp eski hortumu çıkarmak, yenisini aynı şekilde takmak. Parça hazırsa on dakika sürmez.

Öncesinde parçacı arkadaşa da iki makas vermek zorundasınız. Parçacı da hemen benim ustanın yanındaki dükkan. Şebeke tıkır tıkır işliyor. Adamsan alma. Parça mecbur alınacak. Beşliğe elli çekse yine mecbursun. Neyse, S biçimli kısa hortumu yirmiye alınca pek rahatladım. Elli altmış vermeye ruhen hazırdım ama yine de iskonto talep ettim. Gelişi on dört lira (yüzde bin yalan) deyince üstelemedim. Büyük kâr. En az otuz kağıt.
Ama sanayi, sonu pek kestirilemeyen bir bilinmezdir. Bizim S biçimli hortumu takan tıfıl çırak, “şurası da kırık” demesin mi! Neresi? S biçimli hortumun motora giren yerindeki iki cıvatalı plastik, kıytırık bir parça. Tedirgin oldumsa da çok paniklemedim. Küçük bir parça. S biçimli hortumdan da pahalı olacak değil ya! Bu esnada parçacı arkadaş da akbaba gibi bekliyor başımızda. Henüz yirmisini vermedim. Gözleri parladı. Bakıyım dedi. Peşi sıra seğirttim parça dükkanına.

Oranın sahiplerinden mi yoksa komşu dükkan esnaflarından biri mi, kim olduğunu kestiremediğim altmış yaşlarında bir beyamca ile S biçimli hortumu alırken ufak bir muhabbetimiz olmuştu. Mavi tabakamı çıkarmış tütün sararken (ne zaman sanayiye gitsem tütün içme hevesim iki misline çıkar) içeri girmiş, merakla, “ne o sardığın tütün mü? demiş ben de, gülümseyerek, sempatik sayılabilecek bir tavırla, “yok, tütün değil ….” diye pek de hoşuma gitmeyen bir cevap vermiştim. Bu kısa muhaveremizde beni tartıp, iki kelam edilebilecek biri olduğuma kanaat getirmiş olacak ki hemen bir hikaye anlatmaya koyuldu. Ben de kaale alınıp lâf anlatılabilecek bir adam yerine konmamın verdiği mutlulukla en ciddi dinleme pozuna bürünüp gözlerimi bey amcaya diktim. Bu ara bizim parçacı o kıytırık parçayı da bulmuş, bilgisayarın karşısına oturmuştu. Bizim hikayeci amcayı dinlerken, bir yandan da göz ucuyla parçacı arkadaşı takip ediyor, fiyatı ne acaba diye de düşünüyordum. Hikayesini inanarak anlatan bir adam(belki babası, amcası, dayısı yahut kayınbabası) ve pür dikkat onu dinleyen(dinliyormuş gibi yapan) bir müşterinin arasına girmeyi saygısızlık addettiğinden olacak, sabırla bekledi. Bizim bey amca, karşılaşıp da anlatmadığı kimse kalmadığından olacak, yerel şivesi ile sular seller gibi anlatıyordu hikayesini. Amca anlattıkça, ciddi dinleyici pozumun arkasındaki gerçek ben de sesleniyordu; şu lüzumsuz lakırdı bitse de çekip gitsem.

Beş yüz altı yüz koyundan müteşekkil bir sürüsü ile beş altı tane çobanı olan varsıl bir adam varmış memleketin bilmem neresinde. Bir vakit sonra, her gün sürüden beş altı tane koyun hiç bir ipucu bırakmaksızın kaybolmaya başlamış. Çobanlardan işkillenmiş varsıl adam. Bunları siz kesip etini, kellesini, ayaklarını, derisini, yününü, kuyruğunu da alıp götürüyorsunuz diye suçu onlara yüklese de çobanlar; yok ağam, günahımızı alıyorsun, bizim bu işte bir dahlimiz olmadığı gibi biz de bu koyunların kayboluşuna akıl sır erdiremedik meyanında kendilerini savunmuşlar. Buna pek inanmasa da bu işin nasıl olduğunu bulmaya ahdetmiş ağa. Bir gün, silahını kuşanıp atına binerek, çobanların kendisini göremeyeceği ama kendisinin sürüyü rahatça görebileceği mevkilerde konumlanarak sürünün hareketini izlemeye koyulmuş. Bir ara, koyunlardan birinin sürüden ayrılıp son sürat koşarak dağın eteklerine doğru çıktığını görmüş. Sürüden tek başına ayrılan koyuna şaşan ağa, şaşkınlığından sıyrılıp, atını mahmuzlayarak dört nala seğirtmiş koyunun ardı sıra. Koyun bir mağaraya girmiş. Girmesiyle, mağaranın karanlık köşesine gizlenmiş sarı dişli kör bir kurdun koyunu haarpp diye kapması bir olmuş. Ağa bakmış ki mağaranın bir köşesi tavana kadar post yığılı. Anlamış koyunlarının akıbetini. Ağa çok şaşmış bu işe. Ulan demiş kıçını bile kaldırmadan günde beş koyunumu bu kör kurda nasip eden Yaradan, bunu bana da nasip eder heral. Çobanları toplamış etrafına. Sürü sizin olsun, alın aranızda paylaşın. Ben istemiyorum artık demiş. Varını yoğunu satıp savmış.

Ey Allah’ım demiş, ben de o kör kurt gibi şurda oturup bekleyeceğim, bana rızkımı şu ocağın bacasından göndereceksin. Ocağın başındaki mindere oturup nasibini beklemeye başlamış. Yedi yıl oturmuş, beklemiş. Çoluk çocuk açlıktan, yokluktan taş, ağaç kabuğu yiyecek hale gelmişler. Karısı dayanamamış; herif bu iş iş değil, bari şu kapının önünde bir evlek bir yer kazdır da bostan ekeyim, çoluk çocuk bu sefaletten ıcık da olsa kurtulsun demiş. Sabrı tükenmek üzere olan ağa da buna kail olmuş. Komşuları olan bir adama bu işi vermişler. Adam kazarken kazarken kazma bir nesneye denk gelince tink diye bir ses çıkmış. Ağanın hanımı ile komşu adam şok olmuşlar. Kocaman bir küpün içinde çil çil altınlar… Ağanın tok gözlü hanımı komşunun emeğini düşünerek gömüyü paylaşmayı teklif etmiş. Aç gözlü komşu; hacı ana sen içeri git bir çuval al gel, üleşelim demiş. Kadın içeri girince adam, küpü sapından tuttuğu gibi kaçıp eve gitmiş. Küpü açmış, bir de ne görsün; küpün içi kımıl kımıl sapsarı, iri mi iri eşek arıları ile dolu. Bir an zenginlik hülyaları ile başı dönen aç gözlü züğürt adam çok bozulmuş buna. Öfkesini çıkarmak için bir oyun kurmuş. Küpü alıp ağanın damına çıkmış, bacadan içeri arıları boca etmiş. Bu sıra, elinde büyük taneli kehribar tesbihle uyuklamakta olan ağa, bacadan gelen tıkırtılarla ürküp, uyuşukluğundan sıyrılmış. Bir de ne görsün! Bacadan aşağıya boşaltılan eşek arıları aşağıya çil çil altınlar olarak düşmüş.

Bey amca lütfedip hikayenin tefsirini de yaptı; “diyeceğim, kendini paralamaya hiç lüzum yok, rızkı veren Allah’tır.”

Hikâyenin bir yerinde parantez açıp, olayın gerçekten yaşandığını da dile getirmişti bey amca.

“Hocam bu parça kırk beş lira.”

“Neyyy!”

“E, S biçimli hortumda indirim yapmadın, bari bunda yap.”

“Kırk alayım hocam”

“O beş lira…”

Demedim tabi.

Sevinçle kırkı verip, kıytırık parçayı kapıp çıktım dükkandan.

Taktılar parçaları.

Dedim ya, sanayi esnafı anasının gözüdür. Bu usta, hep gittiğiniz tanıdık biri de olsa akıbetinizden emin olamazsınız.

Taş çatlasa on beşti hakkı. Yirmiyi gözden çıkarmıştım. Otuz istedi. Neyse ki yüzsüzlük yapacak yüzüm hâlâ vardı da yirmi verdim.

Yazar: Turhan CANTÜRK

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

3 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu