Ağlatan HikayelerGülnar Ferruhkızı

Çok Duygusal Bir Hikaye; Solmuş Bir Çiçeğin Hikayesi

Çok Duygusal Bir Hikaye

Çok Duygusal Bir Hikaye; Solmuş Bir Çiçeğin Hikayesi

Çocuktum. Karanlığın en dip kuyusunu görmek için, hayatın karanlık tarafını tatmak için henüz çok çocuktum. Ancak yine de hep bir umudum oldu. Her çocuk gibi okulda pazar günü anne babamla pikniğe gitmek, denize, tatile gitmek, bulmaca çözmek, sinemaya gitmek gibi şeyler, ya da en basitinden evde birlikde televizyon seyretmek gibi şeyler yapmak isterdim. Eğlenceli geçen hafta sonlarımı, tatillerimi arkadaşlarıma hava atarak anlatmak isterdim. Onlar gibi bir çocukluğum olsun isterdim. Ancak benim çocukluğum diğerleri gibi mutlu geçmedi.

Çocukluğumu düşününce aklıma hep karanlık odam ve pencereden içeri yansıyan ayın ışıkları gelir. Neden mi? Çünkü orası benim küçük sığınağımdı. Küçüklüğüm okulla odam arasında geçti. Ne beni okuldan gelince karşılayan, kocaman sarılan bir annem, ne de “Bu gün okulda neler yaptın, kızım?” deyip saçlarımı okşayan bir babam oldu. Hayır, onlar hayattalardı, gayet sağlıklıydılar. Hatta o kadar sağlıklıydılar ki, her gün sabah, akşam durmadan, yorulmadan, bıkmadan kavga ederlerdi. Hep kendimi suçladım. Annem ve babamın kavgalarında hep kendimi aradım. Annem herkese boşanmamasının sebebini böyle açıklardı:

“Küçük bir kızım var, nasıl yaparım, nasıl ayrılırım? Çocuğumun psikoloji düşünmeliyim? Onu babasız büyütürsem, ilerde beni suçlar”.

Bana sorsalardı kesinlikle boşansınlar derdim. En azından tutsak olduğum o karanlık yalnızlığımdan dışarı çıkabilirdim. O bağırışmalar, o gürültü, tabakların kırılma sesi, annemin çığlıkları, babamın sinirden camları aşağı indirmesi, eşyaları 9-cu kattan yere fırlatması… İşte benim çocukluğum böyle anılarla geçmişti. Henüz 4 yaşındaydım bunlarla tanışırken. 4 yaş… 4 yaş için bu yük ağır değil mi? 4 yaş için bu hatırlar acımasız değil mi? Onlar kavga ederken çoğu zaman ben odama kapanırdım. Mutlaka günde en az bir kez kavga ederlerdi. Sonra da babam çekip giderdi, annemse oturup ağlardı. Babam sabahleyin de gelmezdi. Akşam gelirdi. Bu sefer de annem “Nerde kaldın, neden gelmedin?” Gibi şeyler sorar ve yine kavga başlardı. Ancak asla boşanmazlardı. Bu kargaşada beni kimse görmezdi, kimse aramazdı, bir kızları olduğunu bile unutmuş gibiydiler. İşin tuhaf tarafı annemle babamın birbirini çok severek evlenmesiydi. Öyle ki, aileleri istemese bile onlar kaçarak evlenmişlerti. Bir yıl küs kalan aileler ben doğduktan sonra barıştılar. Acaba böyle tutkulu bir aşk nasıl olur da nefrete dönüşür? Aslında aralarında gerçek bir sorun yoktu. En ufak sebepten tartışırlardı, küçük tartışma sonradan büyürdü. Konu ne para, ne aileler, ne kuşak farkı, ne aldatma, ne de başka birşeydi. Konu da, sorun da yoktu, sadece iki aşık insan artık birbirine tahammül edemiyordu. Maddi durumumuz oldukça iyiydi, hatta ben bir dadım vardı. Belki de o yüzden annemle babam bana karşı ilgisizdi. Dadım bir üniversite öğrencisi kızdı, çok tatlı, sevecen, iyi kalpliydi, benimle  o ilgilenirdi. Odaya kapandığım zamanlar dadım kapının ardında beklerdi, kapıyı açmam için. Hiçbir zaman benim yaramazlıklarımı annemlere söylemezdi. Bu yüzden çoğu zaman onu çok özlüyorum. Ben 9 yaşına gelince dadımı benden ayırdılar.

“Sen artık büyük kızsın, kendi başına idare etmelisin” dediler.

Ancak yapamadım. Her gün süren o acımasız kavgalar beni bir az daha hayatın en kör kıyısına sürüklüyordu. Evden kaçmak, annem ve babamdan kaçmak istiyordum. Ne sesimi onlara duyura biliyordum, ne de elimden bir şey geliyordu. 

15 yaşındaydım. Yaşıtlarım sınavlara çalışırken, ben odamda aşağıda kavga eden iki insanın bağırışmalarını dinlerdim. Gerçi okulda başarısız olduğum bir gerçekti, derslerden zar-zor geçiyordum, notlarım çok düşükdü, üniversiteyi kazanmak benim için zaten bir hayaldi. Kim o gürültüde ders çalışabilir ki? Ben de kavganın sesini duymamak için odamda müziğin sesini sonuna kadar açardım. Ancak yine duyardım kırılan, dökülen kalplerin sesini, her gün bir az daha uzaklaşdığım ailemin haykırışlarını.

Belki de bu günlerde anne babaya daha çok ihtiyaç duyuyordum. Onlarla konuşmak, içimdekileri söylemek istiyordum. Beni düştüğüm çukurdan kurtarmalarını istiyordum. Beni düşdüyüm yalnış arkadaşlıktan, yanlış insanlardan alıp çekmelerini istiyordum. Çünkü ben o yaşta hatalarımla büyüdüm. Bağımlı oldum. Hayata tutunmak yerine, göz göre göre hayatımı kaydırdım. Nasıl bulaştığımı, ne zaman bulaştığımı dahi bilmiyordum. Ama oldu. Vücudumu bile bile, isteye isteye her gün acımadan biraz daha zehirliyordum. İşte o zamanlar odamda gözyaşları içinde annemlerin kavgalarına gülümsüyordum. Hayallerimi ben o zaman yıktım zaten. Çünkü benim için hayal denen bir şey yoktu. Ellerimde ancak o iğrenç haplar vardı. Beni mutlu ettiğini düşündüğüm o hayatımı linç eden şeyler. 18’ime geldiğimde işler iyice berbat oldu. Kendimi sokaklarda içki içerken buldum. Bana arkadaşlık eden benim gibi hayattan umudunu yitirmiş insanlarla içiyordum. İçiyordum, her gün daha da çok içiyordum ve beni arayan soran hiç kimse yoktu. Ne annem, ne de babam. Belki de hiç haberleri bile yoktu kızlarının nerde, ne halde olduğundan. Zaman geçtikçe kendimi başka başka evlerde uyanırken buldum. Arkadaşlarla parti yapardık, aslında o arkadaşları hiç tanımıyordum. O iğrenç partilerden kurtulamıyordum. Asıl amacım ilgi çekmekdi, onlardan imdat dilemekti, “Anne, baba beni de görün demekti”.

Doğrudur, seçtiğim yol beni mahvetmekden başka bir işe yaramadı. Ancak o günü hala dün gibi hatırlıyorum. Bu illetden kurtulmak için anneme gittim. Ona her şeyi anlatacaktım, beni kurtarması için, yaşama yeniden döndürmesi için yalvaracaktım. Eve geldim. Ancak onlar yine kavga ediyordu. Yeniden geri döndüm, sokaklara döndüm, beni anladığını düşündüğüm aslında hayatımı altüst eden o sokaklara döndüm. Ve zaman geçtikce hiçbir şeyin değişmeyeceğine emin oldum, eve gitmez oldum, parti arkadaşlarımda kalıyordum. Ailemin beni arayacağını düşündüm, belki o zaman beni görürler de, benimle ilgilenirler de, beni bu bataklıktan çıkarırlar diye. Ancak düşündüğüm gibi olmadı, yine beni aramadılar. Bir süre sonra yine eve gittim. Kapıyı açtım. Annem kanepede uyumuştu, sehpada da içkiler. Babam yine yoktu. Acıyarak gülümsedim. Annem gözünü açtı, bana baktı, sonra arkasını dönüp uyumaya devam etti. Bense yine o iğrenç sokaklara attım kendimi, belki de kendimi uçuruma sürüklüyordum. Gerçi sonunu biliyordum. Ancak hep bekledim beni uçurumun kıyısından alması için o iki şahsı bekledim. Nafile kimse imdadıma yetişmedi.

Her hikayenin baş rolünün finalda mutlu olması gibi bir kaide yok. Ve şimdi ben de hikayemin sonuna geldim. Aslında hayatım sonuna desek daha doğru olur. Annemle babam boşandılar. Yani ben gittikten sonra boşandılar. Beni o lanet olası hayattan almadıkları için şimdi mezarım başında gözyaşı döküyorlar. Ben hayattan göçene kadar onlar bana ne olduğundan habersizdiler. Benden iki ay sonra hemen boşandılar. Şimdi ikisi de mutlular, yeniden başka insanlarla evlendiler, çocukları bile oldu. Ve beni unuttular. Demek ki doğruymuş o iki insanın mutlu olmasına engel olan aslında bendim. Şimdi ise yokum. Bu arada ismim Çiçek. Siz bana Solmuş Çiçek de diyebilirsiniz…

Yazan: Gülnar Ferruhkızı

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu