Ağlatan HikayelerAnadolu EfsaneleriEfsanelerEge EfsaneleriSabahattin Ali'den Seçmeler

Sabahattin Ali Hikayelerinden “Hasan Boğuldu”

Sabahattin Ali Hikayeleri

Emine’nin yüreği dilim dilim olmuş da içindekini yine dışarı vurmamış:

‘Ben sana dedim Hasan, bu dağlar sana göre değil! Ver çuvalı ben gideyim’ demiş.

Hasan gayretlenmiş, biraz daha yürümüş. Demin yanından geçerken Hasanboğuldu dedim ya, eskiden oraya Gök Büvet derlermiş. Hasan oraya geldiğinde dizleri bükülüvermiş, olduğu yere çökmüş:

‘Ah, Emine!’ demiş, ‘Beni boş yere yaktın. Ben bu dağlara çıkamayacağım, gel köye dönelim!’

Emine ağzını açıp bir söz demeden Hasan’ın sırtından düşen çuvalı yüklenmiş, tek başına, gerisine bakmadan yürümüş. Çalıların ardında kaybolup giderken, Hasan anasız kalmış yavru kuş gibi bağırmış:

‘Emine, obana gelemem, köyüme dönemem, beni buralarda bırakıp gitme!’

Emine durmuş, durmuş, sonra başını çevirmeden yine yoluna düzülmüş. Ta patlakların yanına gelinceye kadar Hasan’ın bağırdığını duymuş. Garip oğlan suyun gürültüsünü bastırıp:

‘Emine, ben senin ardından gelemedim, sen benim ardımdan gel!’ diye seslenirmiş.

Emine bir yerde durup soluk almadan, bir kere dönüp ardına bakmadan kırk okka tuzla obaya varmış. Anası babası onu görünce her şeyleri anlamışlar. Kız çuvalı oraya atıp yere yıkılmış, kendinden geçmiş; ama daha ortalık kararmadan yerinden fırlamış:

‘Duydunuz mu? Hasan beni çığırıyor!’ demiş.

Anası babası sormuşlar:

‘Hasan’ı nerde bıraktın?’

‘Gök Büvet’in orda!’

‘Kız sen deli mi oldun? İki saatlik yerden buraya ses gelir mi?’

Emine kimsecikleri görmez, kimseciklerin sözüne bakmaz, durup dinler, sonra:

‘Anacığım! Bak nasıl çığırıyor! Yazık oldu… Dur bir varıp bakayım!..’ dermiş.

O gece zor tutmuşlar. Obanın yanındaki ormanlarda sabahacak dolaşmış. Gün ağarırken Gök Büvet’e inmiş. Bakmış oralarda kimsecikler yok… Suyun yanından geçip gidermiş, bir de ne görsün: Hasan’ın dallı çevresi, koca çınarın su içindeki dallarından birine takılmış, yüzüp duruyor… Onu oradan aldığı gibi koynuna sokmuş… Dere boyunda bir aşağı, bir yukarı koşup:

‘Hasanım! Ses ver de yanına varayım!’ diye bağırmaya başlamış. Her defasında dağlar taşlar ses verir:

‘Emine, ben senin ardından gelemedim, sen benim ardımdan geleceksin!’ dermiş.

Yemeden, içmeden üç gün dağlarda, ormanlarda, dere boylarında dolaşıp Hasan’ı aramış. Zeytinli’ye inip anasından sormuş. Kocakarı saçını başını yolar, ağlarmış.

Köylüler Hasan’ın Gök Büvet’te boğulduğuna kayıl olmuşlar (inanmışlar): ‘Güz yağmurlarından derenin suyu coştu. Ölüsü kim bilir hangi kovuğa girip kaldı? Belki de sular aldı denize götürdü!’ derlermiş. Emine bunu duyunca:

‘Yalan!’ demiş, ‘Hasan ölmedi ki! Beni çığırıp duruyor ama yerini diyivermiyor. Araya araya bulurum elbet!’

Anası babası ardına düşmüşler, alıp kapamışlar. O bir yolunu bulur, dere boyuna iner, Hasan’a seslenirmiş. Gök Büvet’in yanındaki kayalara oturur, koşmalar düzer söylermiş. Bir gün anasına:

‘Hasan bana yine seslendi; bugün beni Gök Büvet’te bekleyecek. Bu sefer sağlam kavilleştik, gayrı kavuşacağız!’ demiş.

Anası:

‘Amanın kızım, neler oldu sana?’ diye ağlayıp dövünmüş. Kız bir yolunu bulup ortadan kaybolmuş. Akşamüstü oradan geçenler Emine’yi Gök Büvet’in yanındaki koca çınarın dalında, Hasan’ın çevresiyle asılı bulmuşlar.-

Hacer kız kara gözlerini yüzüme dikerek:

– İşte Gök Büvet’e o zamandan beri Hasanboğuldu diyorlar; koca çınara da Emine Çınarı derler. Hadi, geç olmadan yolumuza gidelim!..-

Akşam yaklaştığı için aşağıdan doğru derenin uğultusu daha çok duyuluyordu. Kalkıp yürümeye başladık. Güneş Sarıkız’ın arkasına girmiş, bulunduğumuz yeri birdenbire artan serin rüzgarlara bırakmıştı. Eteklerine kadar çam, oradan denize kadar zeytin ormanlarıyla örtülü olan Kazdağı’nın bu yamacında saatlerce süren bir akşam başlamıştı. Güneş bin yedi yüz metrelik dağın arkasına adeta vaktinden evvel saklanmakla, günün bu en güzel zamanını sanki isteye isteye uzatıyordu. Midilli tarafından esen bir rüzgar körfezin girinti ve çıkıntılarında kırılarak boyuna yolunu değiştiriyor, suların üzerinde ayrı ayrı taraflara koşuşan dalgacıklar meydana getiriyordu. Güneşin, Madra Dağları’nın üstündeki bulutlara vurarak onları kızıllaştıran ve oradan tekrar denize akseden son ışıkları, başka başka istikametlerde kırışan sularda türlü renkler yaratıyordu. Dağın eteklerine sıralanan ve bazan hemen önümüze kadar yükselen tepeler, birbiri üstüne yığılmış karanlık bulut kümeleri gibi görünüyordu. Daha uzaklarda, Ayvalık’ın karşısındaki Cunda Adası’nın alçak tepeleri, Kazdağı oralara siper olmadığı için, hala güneşin kırmızı ışıkları içinde yanıyor; biraz daha arkada, Midilli’nin o taraflara kadar uzanan kollarına karışıyordu. Rüzgar çamların dallarında uğulduyor, önünde giden Hacer kızın etekleri ve ince örülü saçlarını öne doğru savuruyordu. Saatlerce beraber geldiğimiz bu kızın ne kadar güzel, ne kadar ahenkli bir yürüyüşü olduğunu ilk defa fark ediyordum: Olgun bir buğday tarlasında ilerliyormuş gibi hafifçe dizlerini kaldırarak ve başını ileri geri sallayarak adım atıyor; çimenlerin ve renk renk çiçeklerin, üstüne çıplak ayaklarıyla basarken vücudunun ağırlığı olmadığı hissini veriyordu.

Yanına sokuldum:

– Hacer kız- dedim,

– Emine’nin Gök Büvet’te oturup söylediği koşmalardan bildiğin var mı? Obaya varmadan bana bir tanesini söyleyiver!-

Durdu. Gözleri, etrafımızı saran manzaranın ve biraz evvel anlattığı hikayenin içinde kaybolmuş gibi büyük ve dalgındı. Şakaklarında, tozlarla karışıp sonra kalın çizgiler halinde kuruyan terlerin izleri vardı. Derin derin nefes alıyordu. Bu anda onu, etrafını saran tabiattan ayırmaya imkan yoktu. Akşamın loşluğu içinde topraktan, çiçeklerin arasından fırlayıp büyüyüvermiş bir mahluk gibiydi. Yavaşça dudaklarını oynattı:

– Sana Emine’nin bir koşmasını okuyuvereyim!- dedi.

– Hasan’ına kavuşmadan az önce bunu söylemiş derler!..-

Biraz düşündü; gözleri kapalı ilave etti:

– Kim bilir…-

Sonra arkasındaki çam ağacına sırtını dayadı, heybesini sağ omuzundan yere düşürdü, gözlerini yere dikti; hafif, fakat tüyleri ürpertecek kadar içli bir sesle şu koşmayı okudu:

Uzaklardan sesin aldım;
Çevreni derede buldum;
Nereye gittiğin bildim,
Hasanım arkandan geldim.

Sarı kahküllü, dal boylum;
Saz benizli, ayva tüylüm;
Tatlı sözlü, melek huylum,
Hasanım ardından geldim.

Köyden, obadan koğulan,
Duru sularda boğulan,
Toz köpük olup dağılan
Hasanım ardından geldim.

Sarp dağlara getirdiğim,
Kavuşmadan yitirdiğim,
Ak kefensiz yatırdığım
Hasanım ardından geldim.

Emine’yi yaslı eden,
Kerem olup Aslı eden,
Dağı taşı sesli eden
Hasanım ardından geldim.

(Sabahattin Ali, 1942)

Önceki sayfa 1 2 3 4 5

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu