Macera HikayeleriMurat Canpolat

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXIII. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXIII. Bölüm

Kuzey Kapısı

İki yol ağzına gelince, diğer kapılarda olduğu gibi Güney Kapısında olağan üstü şeylerin oluşmaya başladığını gördü. Güney Kapısının etrafında simsiyah karabulutlar oluştu. Şimşekler çakıp, yağmur yağmaya başladı. Yağan bu yağmurların şiddeti gittikçe artmaya başlayıp, doluya dönüştü ve Güney Kapısının her tarafı kar yağmış gibi bembeyaz oldu. Dolu yağması sona erdikten sonra ortalık zifiri karanlığa gömüldü ve göz gözü görmez oldu. Yavaş yavaş karanlığın içinde bir siluet görülmeye başladı ve bu siluet giderek yaklaşıyordu. Az sonra bu siluet iyice belirginleşmeye başladı ve önce kafa görüldü, sonra vücudu. Tamamen belirginleşen bu siluet, diğer kapılarda ortaya çıkıp onları yiyen yılandı. Yılan ortaya çıkınca Güney Kapısı yavaş yavaş çökmeye başladı. Az sonra, bu çökmeler yüzünden tamamen küçüldü. Yılan, küçülen Güney Kapısına yönelerek orayı da yedikten sonra ortadan kayboldu. Güney Kapısı yazan yol da kaybolduğu için, yol tek yönlü olmuştu. Ne yapmalıydı, nereye gitmeliydi. Gittiği her yol, başka bir yola çıkıyor, bu yollarda dönüp dolaşıp başa dönmesine sebep oluyordu. Ya gideceği bu yolda, dönüp dolaşıp başa dönmesine sebep olursa.  İşte o zaman ne yapar, nereye giderdi.

Hasan, bu düşünceler içerisinde, son yol olan Kuzey Kapısına doğru yola çıkmaya başladı. Kuzey Kapısı, diğer kapılardan çok daha farklı bir özelliğe sahipti. Yolun sağ ve sol tarafında sürekli yağmur yağdığı, şimşeklerin çaktığı görülüyordu. Yolun ortasına doğru, büyük ve küçük çaplı çukurlar vardı. Yolun her tarafı tozlu topraklı ve çakıllıydı. Kısacası gidilmesi zor bir yol gibi görünüyordu. Yolun bütün zorluklarına rağmen, gidilecek son yol olduğu için mecburen kuzey yolundan gitmek zorunda kaldı.

Toz toprak içerisinde ilerlemeye devam eden Hasan, çukurlarla dolu olan alana gelince, güney tarafına gidip de fark edemeden içine düştüğü çukur aklına geldi. Bir an için duraksadı ve ardından çukurun içine düşmemek için, çukurun kenarlarından dikkatlice ilerlemeye başladı. Çukur alanları sağ salim geçince, bu seferde önüne orta büyüklükte sert bir kaya çıktı ve bütün yolu kapatıyordu. Kayaya yaklaşınca, kayanın üzerinde bir merdiven olduğunu gördü. Bu merdivenin her basamağında, ‘dikkat bu kapı son kapıdır. Eğer gideceğiniz bu yoldan da çıkış yolu bulamazsanız, bir daha yolu bulamazsınız’ diye bir yazı vardı ve bu yazı kanla yazılmıştı. Kanla yazılan bu yazı, ümit kırıcı gibi görünmesine rağmen, kanla yazılan o yoldan gitmek zorundaydı.

Hasan, korku içerisinde, kendi kendine ‘ya bu yolda evime giden yol olmazsa’ diye söylene söylene,  merdivenlerden çıkmaya başladı. Kayanın üstüne çıktığı sıra şiddetli rüzgâr esmeye başladı ve rüzgârın şiddeti gittikçe artmaktaydı. Rüzgârın şiddeti iyice artınca, ona karşı kendini koruyabilmek için yere eğilerek tutunacak bir yerler aradı. Sivri bir kayaya tutunarak rüzgâra karşı kendini korumaya çalıştı. Buna rağmen rüzgâr çok şiddetli olduğu için, rüzgâr kendisini alıp havalara uçurmaya başladı. Havalarda uça uça giderek, gökkuşağı renkli kapıya şiddetli bir şekilde çarptı ve olduğu yerde bayıldı. Kendine geldiği zaman kapının anahtarını ağzıyla getiren Sibirya Kurdu karşısındaydı ve her tarafı yara bere içerisindeydi.

Hasan, hem baygınlık geçirip uyanmanın etkisiyle hem de Sibirya Kurdunu yara bere içerisinde görmesiyle iyice şaşırıp, kafasını sağa sola çevirerek kendine gelmeye çalıştı. Kendine gelince kurda:

–   Sana, ne oldu böyle? Diye soru sordu.

Kurt, Hasan’ın sorusu üzerine inleye inleye dile gelerek:

– Anahtarı sana getirirken, yolda karabulutla karşılaştım. Karabulut, bana nereye gidiyorsun, diye sordu. Ben de ona anahtarı sana getirdiğimi söyledim. O da bana, mademki anahtarı ona götürüyorsun, öyleyse benimle gel seni ona götüreyim, dedi. Bende ona inanıp üstüne bindim. Üstüne bindim ama binmez olaydım. Meğersem, sana ulaşmak için bana tuzak kurmuş. Havada giderken beni dikenli bir alana bırakarak, her tarafımın yara bere içerisinde olmasına sebep oldu. Ondan sonra bana, anahtarı götüreceğin kimseye söyle, bu kapıdan çıkışı yok, dedi ve hızla uzaklaşarak kayboldu. Ben, o uzaklaştıktan sonra korku içerisinde yavaş yavaş yürüyerek buraya geldim. Bu arada, o korku içerisinde gelirken ağzımdaki anahtarı da yolda düşürmüşüm.

Hasan, kapının anahtarının yolda düşürüldüğünü duyunca telaşlanarak kurda, anahtarı nerede düşürdüğünü biliyor musun? Diye sordu. Kurt, Hasan’ın telaşlandığını görünce, ona sakin olmasını söyleyerek:

– Onu, dikenli alana düşürmüş olabilirim, diyerek geri dönüp aksaya aksaya dikenli alana doğru yürüdü. Orada anahtarı, yarım saat aradıktan sonra onu dikenli alana düşüp yuvarlandığı yerde buldu. Anahtarı alarak geri döndü. Kurt geri döndüğünde Hasan, halen telaşlıydı ve sürekli yerinde dönüp dolanıyordu. Kurt, Hasan’ın yanında durup, onu tamamen sakinleştirerek anahtarı yere bıraktı. Ardından anahtarı nasıl kullanabileceğini göstererek ona:

– Artık yolun sonuna geldiğin için bundan sonra görüşemeyebiliriz, dedi ve geldiği gibi aksayarak ortadan kayboldu.

Anahtarı yerden alan Hasan, gökkuşağı renkli kapıya yöneldi. Diğer yollarda ki kapıların üzerinde yazı olmasına rağmen, bu kapının üzerinde hiçbir yazı yoktu. O kapıyı açıp içeriye girince karşısına etrafı kuru kafalarla dolu, mavi renkli kapı çıktı. Hayret ve korku içerisinde mavi renkli kapıyı açıp içeri girince, bu seferde renkleri bir görünüp bir kaybolan, yerde kertenkelelerin cirit attığı yeşil renkli kapı çıktı. Yeşil renkli kapıyı açınca duvarlarında yeşil renkli yılanların dolandığı sarı kapı, sarı kapıyı açınca içi tamamen sarmaşıklarla dolu kırmızı renkli kapı çıktı.  Kapının üzerinde şöyle bir yazı vardı. ‘Ey yolcu! Artık yolun sonuna geldin, gideceğin bu son yol, senin ya çıkış kapın olacak ya da bu yollar da kaybolacaksın. Bu yazı senin ümidini kırabilir, ama sen niyetini halis tut ve hiçbir zaman ümidini kaybetme. Ayrıca bu kapıdan içeriye girip de karşılaştığın hiçbir şeyden korkma ve şaşırma.’

Hasan, son kapıda yazılan bu yazıyı okuduktan sonra derin bir nefes alarak, ailesine gidebileceği yolu bulma ümidiyle Sibirya kurdunun bıraktığı anahtarı alarak kırmızı kapıyı açıp içeriye girdi. Kapıdan içeriye girince, diğer kapılardan içeriye girip karşılaştığı koridor burada da vardı. Bu koridorun içerisinde de yine garip resimler vardı. Mesela birinci resimde, neredeyse bir insan büyüklüğünde bir horoz vardı. İkinci resimde, birinci resimde olan horozun üzeri eğerli bir şekilde ve üzerinde de bir adam olduğu görülüyordu. Üçüncü resimde horozun üstünde büyükçe ceviz ağacı, dördüncü resimde ceviz ağacının üzerinde de bir tarla görülüyor ve bu resimler böylece koridorun sonuna kadar devam ediyordu. Koridorun sonunda ise, yüzünde korku ifadesi olan, çığlık atar bir şekilde yukarıya doğru bakan, karşısında ise karabulutun kendisine doğru yaklaştığı, adam resmi vardı.

Son resme kafası takılan Hasan, kendi kendine ‘Benim peşimden de sürekli karabulut geliyor. Yoksa o resimdeki ben miyim?’ diyerek koridordan çıkınca, karşısına içi sazlıklarla dolu bir alan çıktı. Sazlığın dibi çamurluydu ve hiçbir kuru alan görülmüyordu. İçinde yılanlar cirit atıyor, çamurun içinde bir görünüp, bir kayboluyorlardı. Evine gidecek bir yol bulması gerekiyordu, ama sazlığın içi yılanlarla dolu olduğu için, içine girecek cesareti de bir türlü kendinde bulamıyordu. Ailesine bir an evvel kavuşma arzusu bastırınca, cesaretini toplayarak içi yılanlarla dolu sazlığa girerek yürümeye başladı. Sazlığın içi çamur olduğundan dolayı, içinde yürüdükçe dizlerine kadar çamura batıyor, etrafında sürekli yılanlar geziyordu. Bunca zorluğa rağmen ümidini kaybetmeyip, sazlığın içerisinde yürümeye devam etti. Sazlığın içerisinde devam ederken, sazlığın ortalarına doğru tümsek bir alan gördü. Gördüğü tümsek yerde biraz dinlenip yoluna öyle devam etmek için adımlarını hızlandırdı. Tümsek alana gelip üzerine çıkarak dinlemeye başladığı sıra, tümsek alanın birden bire hareket ederek yürüdüğünü gördü. Tümsek alanın hareket etmesi üzerine korkarak etrafına bakınmaya, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafına korku içerisinde bakınıp dururken, tümsek alan hareket etmeye devam ediyor, sazlığın sonuna doğru yaklaşıyordu. Sazlığın sonuna doğru tümsekten kafa çıktığını gördü. Bu kafa tıpkı kaplumbağa kafasına benziyordu. Ayağa kalmadan, üzerine oturduğu şeyin kaplumbağa mı, yoksa başka bir hayvan mı olduğunu anlamak için, ona iyice dikkatli bir şekilde baktı ve onun büyük bir kaplumbağa olduğunu gördü. Sazlığın sonuna yaklaşınca, kaplumbağanın üzerinden atlayıp sağa sola bakındı ve hangi yöne doğru gidebilirim, diye düşündü.

Hasan, sazlığın içinden geçmesine geçmişti, ama üstü başı tamamen çamur içerisinde kalmış ve yürüyecek takati kalmamıştı. Kaplumbağanın üstünden atlayıp, sağa sola bakınmasına rağmen gidecek bir yol bulamamış, bu yüzden de sıkıntıya düşmüştü. İçindeki sıkıntıdan kurtulmak, kendini dinlendirmek ve üstündeki çamurları nasıl temizleyeceğini düşünmek için yere oturdu. Yorgunluğunu üzerinden atabilmek için oturduğu yerde, sırtüstü uzandı ve gözleri kapanmaya başladı. Yorgunluk ve uykusuzluğa daha fazla dayanamayıp uykuya daldı ve rüya görmeye başladı. Rüyasında ailesine kavuştuğunu görüyor, neşe içerisinde onlara sarıldığını görüyordu. Bu rüyalardan üzerine kuvvetli bir şekilde su sıkılmasıyla uyandı ve hızla ayağa kalktı. Hem gördüğü rüyanın tesiriyle hem de hızla ayağa kalkmanın etkisiyle başı döndü, gözleri karardı ve kulaklarında uğultular oluştu. Bu yüzdem tekrar yere oturmak zorunda kalan Hasan, baş dönmesi geçince ayağa kalkarak üzerine nereden su sıkıldığını anlayabilmek için etrafına bakındı ve ölen çocuklarını gördü. Çocuklarının ellerinde hortum vardı. Bu hortumla babalarının üzerindeki çamuru temizlemeye çalışıyorlardı.

Hasan, çocuklarını bir anda, karşısında görünce: ‘Çocuklarım, burada da mı beni kurtarmaya geldiniz?’ diyerek, gözyaşları içerisinde onlara doğru koşup boyunlarına sarıldı. Öpüp okşadı, yılların hasretini giderircesine… O, çocuklarına sarılıp gözyaşları içerisinde hasret gidermeye çalışırken, adamın birinin ensesine hafifçe dokunmasıyla irkildi. O anda sinirlenerek, arkasına dönmeden kendisini rahatsız eden adama:

–  Ne istiyorsun, be adam! Diye çıkışarak oğullarıyla hasret gidermeye devam etti. O kişi yine ensesine dokunarak Hasan’a:

–  Bir dakika geriye dönüp bakar mısınız? Demesi üzerine iyice sinirlenerek geri döndü. Geri dönmesiyle beraber, karşısında palyaço kıyafeti giymiş bir adam gördü.    Palyaço kıyafeti giymiş adam, ona tuhaf tuhaf bakıyor, Hasan’ın davranışları karşısında gülmekten kendini alamıyordu.

Hasan, palyaço kıyafetli adamın kendisine bakarak gülmesi karşısında, daha fazla dayanamayarak yakasına yapıştı ve:

– Ne gülüyorsun be adam. Ortada gülünecek bir durum mu var? Dedi. Palyaço kıyafetli adam, Hasan’dan yakasını bırakmasını rica ederek:

– Kusura bakmayın. Demin den beri size bakıyorum da merak ettim. Acaba siz o filin burnunu tutmuş neden, oğullarım, oğullarım beni burada da mı kurtarmaya geldiniz, diyorsunuz?

Hasan, palyaço kıyafetli adamın sorusu üzerine ‘ne fili’ diyerek geri döndü. Geri dönmesiyle karşısında fili görünce şaşırdı kaldı. Bir an nutku tutuldu, ne diyeceğini, ne yapacağını unuttu. Öylece yerinde adeta dondu kaldı. Palyaço kıyafetli adamın, kendisine gelmesi için bir tokat atmasa belki de kendisine hiç gelemeyecek, öylece donakalacaktı. Kendisine gelince neden öyle davrandığını söyleyerek, başından geçenleri anlattı. Palyaço kıyafetli adam, Hasan’ı dinleyince ona ‘doğrusu çocuklarınızın ölümüne üzüldüm’ dedi ve:

– Ben, buraya yakın bir sirkte çalışıyorum. Çalışmalarımız sırasında arkanda gördüğün fil, bilinmeyen bir sebeple ürkerek sirkten kaçtı. Fil sirkten kaçınca, onu aramak için dışarı çıktım. Uzun bir aramadan sonra sizin onun burnuna sarıldığınızı görünce koşarak yanınıza geldim, dedikten sonra, bu arada filimiz sizi ıslattıysa kusura bakmayın, dedi ve daha sonra filin kulağından tutarak Hasan’ın yanından uzaklaştı.

Hasan, palyaço kıyafetli adamın yanından uzaklaşıp gitmesinden sonra, yaş olan üstünün kuruması için bir müddet daha fille karşılaştığı yerde bekledi. Üstü kuruyunca, bir an evvel bir yol bulup evine ulaşması için, umudunu kaybetmeden yola çıktı. Yola çıktığı o gün her şey güzeldi. Havada hafif bir rüzgâr vardı. Bu rüzgâr estikçe insanın içini hoşnutluk kaplıyor, ailesine kavuşmasına olan güvenini daha da çok artırıyordu. O güven içerisinde giderken karşısına oldukça büyük bir horoz çıktı ve bu horoz sanki can havliyle kaçıyor gibiydi. Ayrıca bu horoz Kuzey Kapısında karşılaştığı resimdeki horoza benziyordu.

Hasan, horozun büyüklüğü karşısında o kadar şaştı kaldı ki, ağzı bir karış havada kaldı. O şaşkınlık içerisinde yürürken, adamın birinin koşarak yanına geldiğini gördü. Koşarak gelen adam yanına yaklaşınca, büyük horozu tarif ederek:

– Buradan koşarak geçen bir horoz gördünüz mü? Diye sordu.

Hasan, adamın sorusu karşısında:

–  Evet, gördüm. Önümden hızla koşarak gitti, dedikten sonra gittiği yeri tarif etti. Horozu arayan adam, horozun ne tarafa doğru gittiğini öğrenince Hasan’a teşekkür ederek, horozu yakalamak için hızla uzaklaşıp gitti.

Hasan, adamın yanından uzaklaşmasının ardından, onun arkasından bakakaldı. O tamamen uzaklaştıktan sonra ailesine bulabilmek için neşe içerisinde, umutla yol aldı, kendi kendine türkü söyledi. İleride uğrayacağı kasabada, başına neler geleceğini bilemeden, böylece neşe içerisinde gidiyordu.  Neşe içerisinde devam ederken, birden duraksadı ve içini kötü duygular kapladı. Türkü söylemeyi bırakıp, içindeki kötü duyguların ne olduğu anlayabilmek için yere oturup düşündü. Kalbine birdenbire gelen bu kötü duyguların sebebi neydi, neşe içerisindeyken birden bire neden böyle kötü duygulara kapılmıştı. Oturup düşünmesine rağmen, bu düşüncelere bir türlü çare bulamayınca, kalkarak yoluna devam etti.

İçinde bulunduğu düşüncelerden kurtulmaya çalışırken acıktığını hissetti. Açlığını bastırabilmek için bir yer aradı. Gide gide bir kasabaya rastladı. Kasaba düzenli, tertipli ve bakımlıydı ama kasabada bir gariplik vardı sanki. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Kasaba terk edilmiş gibiydi. Geldiği bu kasabada neler olduğunu anlayabilmek için adımlarını hızlandırdığı sıra karşına beyaz bir kedi çıktı. Kedi gelip ayaklarına sürtünerek etrafında dolandı ve karşısına geçerek, diliyle patilerini yalayıp tüylerini temizledi. Hasan, kedinin güzelliğini seyre dalmışken, kedinin tüyleri birdenbire diken diken olup, rengi siyaha döndü ve gözleri parlayıp ateş çıkmaya başladı. Dilini  dışarıya çıkarıp Hasan’ın üzerine doğru koştu. O şekilde koşarken, bir taraftan da ‘Buradan hiçbir yere kaçamazsın, kaçsan bile çıkış yolu bulamazsın ve sonunda bize yem olacaksın’ diyordu.

Kedinin değişerek üzerine gelmesinin verdiği korkuyla bir an ne yapacağını şaşırdı.  Kedi iyice yaklaşıp üzerine atladığı sıra şaşkınlığını üzerinde atarak, kediyi eliyle tutup yere fırlatıp kaçmaya başladı. Kediden iyice uzaklaşıp ondan kurtulunca karşısına U şeklinde büyük bir alışveriş merkezi çıktı. Alışveriş merkezini görünce ‘belki burada neler olduğunu bilen birileri vardır’ düşüncesi içerisinde alışveriş merkezine girdi. İçeri girdiğinde ise gördüğü manzara karşısında, adeta dondu kaldı. Çünkü içerisi adeta savaş alanına dönmüş gibiydi. Mağazaların camları kırılmış, kapıları yerlerinden sökülmüştü. İçeride ağır bir koku vardı ve yerler kan gönlüne dönmüştü. Alışveriş merkezinin insanın yüreğine korku veren kanını donduran manzarasından kurtulabilmek için geri dönüp adımını atmışken karşına yüzü gözü çizilmiş, üstü başı yırtılmış bir adam çıktı ve bu adam ‘ne olur kurtarın beni’ der demez olduğu yere yığıldı. Alışveriş merkezinde bu kadar korku verici durum yetmezmiş gibi, şimdi de her taraftan fareler çıkıp üzerlerine gelmeye başladı. Fareler üzerlerine geldikçe arkalarından gaz çıkartıyor ve hoplayarak geliyorlardı.

Yazar: Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu