Dehşet ÖyküleriKorku Hikayeleri

Korku Hikayesi: “HALPİN FRAYSER’IN ÖLÜMÜ” 1. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi: “HALPİN FRAYSER’IN ÖLÜMÜ” 1. Bölüm

Gözle görülenin ötesinde değişimler gelir ölümle birlikte. Genelde, bedenden ayrılan ruhun zaman zaman çeşitli vesilelerle geri gelip (eskiden üzerine giydiği vücudun içinde) kanlı canlı karşımıza çıkması durumuna rastlansa da, ara sıra içinde ruh olmayan gerçek vücutların yeryüzünde gezindiği de olur. Böyle ayaklanmış bir garabetle karşılaşıp da anlatacak kadar yaşayabilenler, böyle bir garabetin ne yüreğinde ne de belleğinde şefkatten eser bulunmadığını, içinin sadece kinle dolu olduğunu doğrulayacaklardır. Ayrıca, yaşamlarında yumuşak huylu olan bazı ruhların, ölümden sonra tamamen şeytanileştikleri de bilinmektedir. – Hali.

Karanlık bir yaz gecesi, ormanın birinde rüyasız uykusundan uyanan bir adam kafasını yerden kaldırdı ve dört bir yanındaki karanlığa bakıp, “Catherine Larue,” dedi. Başka da hiçbir şey söylemedi, çünkü aslında bunu bile neden dediğini bilmiyordu.

Bu adam Halpin Frayser’dı. Eskiden St. Helena’da yaşardı; ancak, artık ölü olduğundan şimdi nerede ikamet ettiği bilinmiyor. Altında, kuru yapraklarla rutubetli topraktan, üstündeyse yaprakların kopup düştükleri dallarla, yeryüzünün kopup geldiği gökyüzünden başka bir şey olmadan ormanda uyumayı alışkanlık haline getirmiş bir kimse, öyle uzun bir ömür umamaz; üstelik Frayser da çoktan 32’sine basmıştı bile. Dünyada, uzağımızda ve yakınımızda, en seçkininden sürüyle, hatta milyonlarca insan var, bunu çok ileri bir yaş kabul eden. Bunlar çocuklardır. Yaşam yolculuğuna, yolculuğun başladığı limandan bakanlara, o kayda değer herhangi bir mesafeyi katetmiş olanlar, uzaklardaki kıyıya yanaşmalarına ramak kalmış gibi görünürler. Ancak, Halpin Frayser’ın o limanlara, açık havada uyuyup da kurda kuşa yem olduğu için mi varıp varmadığı belli değildir.

Bütün gününü Napa Vadisi’nin batısındaki tepelerde, güvercin ve benzeri sezonluk av hayvanları arayarak geçirmişti. Akşama doğru hava bulutlanmış, yolunu şaşırmıştı. Tek yapması gereken şey, sürekli yokuş aşağı inmekken -çünkü kaybolduğunda insanı her yerde güvenliğe götüren bir yoldur bu- takip edebileceği patikaların yokluğu elini kolunu öylesine bağlamıştı ki, daha ormandan çıkamadan gecenin pençesine düştü. O karanlıkta sık çalılıktan ve orman altı bitkilerini yarıp geçemediği için afallamış bir halde bitkinliğe yenik düşüp dev bir kocayemiş ağacının dibinde rüyasız bir uykuya dalıverdi. Ancak saatler sonra, gecenin tam ortasında, sayısız yol arkadaşının en önünde şafak çizgisiyle birlikte batıya doğru süzülen Tanrı’nın o gizemli ulağı, uykudaki kişinin kulağına, onu uyandıran sözcükleri fısıldadı, bunun üzerine kalkıp oturan bu kişi, nerden bildiğini ya da kimin adı olduğunu bilmediği bu ismi söyleyiverdi.

Halpin Frayser, ne filozof ne de bilim adamı sayılırdı. Geceleyin bir ormanın ortasında derin bir uykudan kalkıp anılarında hiçbir yeri olmayan ve hatta o anda bile aklında tutmakta zorlandığı bir ismi yüksek sesle söylemek, onda bu olayı araştırmak için hiçbir merak uyandırmadı. Bunun garip bir durum olduğunu düşündü ve mevsim normallerine göre soğuk olması gereken gecenin, mevsim normallerine uygun olduğunu onaylarcasına sırf öyle gerektiği için biraz titredikten sonra tekrar yatıp uyudu. Ama uykusu artık rüyasız değildi.

Bir yaz gecesinin çökmekte olan karanlığında beyaz görünen tozlu bir yol boyunca yürüyordu rüyasında. Döşeğin Ötesindeki Diyar’da sürprizler artık şaşırtıcılıklarını yitirdiklerinden ve yargılar kabuklarına çekildiklerinden yaptığı her şey ona basit ve doğal gelse de ne yolun nerden gelip nereye gittiğini ne de kendisinin neden o yolda olduğunu biliyordu. Biraz sonra bir yol ayrımına geldi. Belli ki daha az yürünen bir yan yoldu bu; çünkü şeytani bir şeylere doğru uzandığından uzun süre önce terk edilmiş gibi bir gö rünümü vardı, ama o yine de buyurgan bir zorunlulukla arkadan itekleniyormuşçasma hiç duraksamadan o yola saptı.

İlerledikçe yolunun, zihninde tam olarak canlandıramadığı, görünmez varlıklarca ele geçirildiğini fark etti. İki yanındaki ağaçların arasından gelen, garip bir dilde olmalarına rağmen kısmen anladığı bozuk ve anlamsız fısıltıları duyuyordu. Bunlar ona, bedeniyle ruhuna karşı kurulmuş canice bir komplonun bölük pörçük dile getirilmesi gibi geldi.

Artık gece çökeli çok olmuştu, ama yine de içinden geçtiği, bitmek bilmeyen orman gizemli bir ışıkla, herhangi bir çıkış noktasından yayılmayan, hiçbir şeyin gölgesini düşürmeyen hafif bir pırıltıyla aydınlanıyordu. Yeni yağmış bir yağmur sonucunda eski bir tekerlek izi oyuğundaki sığ birikinti kızıl parıltısıyla gözünü aldı. O da eğilip elini içine daldırdı. Ellerine sıvaşan bu sıvı kandı! O zaman etrafındaki her yerin kana bulanmış olduğunu fark etti. Yol kenarında sıra sıra büyüyen otlar, büyük yayvan yapraklarındaki kurumuş lekeler ve damlalarla gösteriyorlardı kana susamışlıklarını. Tekerlek izleri arasındaki kuru toz öbekleri sanki kızıl bir yağmur tarafından delik deşik edilmişlerdi. Ağaçların gövdelerini geniş kızıl lekeler kirletiyor ve kanlar, yapraklardan çiğ tanesi gibi damlıyordu.

Bütün bunları, doğal bir beklentinin gerçekleşmesinin getirdiği tatmine pek de aykırı olmayan bir dehşetle gözlemledi. Her şey, bilincinde olmasına rağmen tam olarak hatırlayamadığı bir suçun kefaretiymiş gibi geliyordu. Bu bilincinde olma hali, çevresini saran şeylerdeki tehdit ve gizemlere eklenmiş bir dehşet unsuruydu. Bütün hayatını gözlerinin önüne getirmeye çalışarak günah işlediği anı kafasında canlandırmak için umutsuzca çabaladı. Sahneler ve olaylar kargaşa içinde aklına doluşurken bir resim diğerinin yerini alıyor ya da kargaşa ve belirsizlik içinde bir diğeriyle bütünleşiyordu, ama aradığı şeyin en ufak izini bile herhangi bir yerde yakalayamadı. Bu başarısızlık, içindeki dehşeti artırdı; kimi neden öldürdüğünü bilmeden kendini gizli bir cinayet işlemiş biri gibi hissetti. Durum alabildiğine ürperticiydi. Gizemli ışıkda tek kelime etmeden, fesatla içinde yanmaya devam ediyordu üstelik. Herkesin melankolik ya da uğursuz olarak gördüğü ağaçlar, şu zararlı bitkiler, huzurunda kendisine karşı o kadar açık seçik bir komplo içindeydiler ve bu dünyadan olmadıkları son derece belli yaratıkların irkiltici fısıltılarıyla iç geçirişleri o kadar gürültülüydü ki, daha fazla katlanamayıp konuşmasını ve hareket etmesini engelleyen habis büyüyü kırmak için gösterdiği büyük çabayla ciğerlerini patlatırcasma bağırdı! Çatlak sesi, sanki sonsuz sayıda yabancı sesler yığınına dönüşüp kekeleye kekeleye ormanın uzak diyarlarına giderek sessizliğe gömüldü. Ama bir direniş başlatmış ve cesareti yerine gelmişti. Şöyle dedi:

“Sesimi duyurmadan boyun eğmeyeceğim. Bu melun yoldan geçen tekinsiz olmayan güçler de vardır belki. Onlara bir belge, bir yakarış bırakacağım. Katlanmak zorunda kaldığım zulmü ve hatalarımı nakledeceğim: Ben ki, çaresiz bir ölümlü, bir tövbekar, suçsuz bir şairim!” Halpin Frayser tövbekar olduğu kadar, aynı zamanda şairdi de; ama sadece rüyasında.

Giysisinden, yarısı not defteri olan küçük, kırmızı deri cüzdanını çıkardığında kalemi olmadığını fark etti. Bir çalılıktan ince bir dal koparıp kan göletlerinden birine batırarak hızla yazmaya koyuldu. Daha daim ucu kâğıda bile değmemişti ki, ölçülemez bir uzaklıktan büyük, vahşi bir kahkaha yükseldi; ses sanki, gittikçe yükselerek yakınlaştıkça yakınlaşıyordu; gece yansı göl kenannda tek başına oturan bir zırdelininkine benzeyen, ruhsuz, kalpsiz, neşesiz bir kahkaha; yaklaştığını haber verdiği o doğaüstü çığlıkla son bulan, sanki kendisini dile getiren o lanetli varlık, dünyanın ucundan geldiği gibi geri çekiliyor, kahkaha azar azar sessizliğe gömülüyordu, ama adam bunun böyle olmadığını, bu varlığın hâlâ yakınında kıpırdamadan durduğunu hissetti.

Garip bir his usulca bedenini ve zihnini sarmaya başladı. Duyularından birinin etkilenip etkilenmediğini ya da hangi duyusunun etkilendiğini söyleyemezdi; onu daha çok bilinciyle hissediyordu, çevresindeki görünmez varlıklardan farklı bir türden ve güç açısından da onlardan daha üstün bu doğaüstü kötülük timsali, baskın varlığın gizemli zihinsel özgüveniydi duyumsadığı. Şu korkunç kahkahayı atanın o olduğunu biliyordu. Ve şimdi, hangi yönden olduğunu bilmiyor, tahmin etmeye korkuyordu, ama o şey kendisine doğru geliyordu işte. Daha önce bütün korkuları, kendisini şu anda esir alan devasa dehşetin içinde eriyip kaybolarak unutulup gitmişti. Aklında tek bir düşünce vardı; eğer varlığının son buldurulması lütfundan mahrum bırakılırsa belki bu perili ormana yolu düşen iyi niyetli ruhlar bir gün kendisini kurtarırlar diye yazılı bir yakarışı tamamlamak. Elinde, ucundan yenilenmeden kan damlayan çubuğu, korkunç bir hızla yazmaya koyuldu, ama cümlenin birinin ortasında elleri, iradesine hizmet etmeyi bıraktı; kolları iki yanına, defteri ise yere düştü. Hareket edemeyip çığlık atamama aczi içinde kendini, üzerinde defin kıyafetiyle beyazlar içinde, suskun suskun ayakta dikilen annesinin keskin yüz hatlarıyla onun ölü gözlerine bakarken buldu.

AMBROSE BIERCE

Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 4. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu