Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 9. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 9. Bölüm

“ÖLÜM ALAMETLERİ”

Sağanak yağmur altında köye varana dek bayır aşağı koşarken gökyüzü şimşeklerle aydınlanıyordu. Nerede bir doktor bulabileceğime dair hiçbir fikrim olmadığından önüme çıkan ilk kapıyı çaldım, içeriden yanıt gelmeyince bu kez bir sonraki kapıyı yumrukladım. Bu da işe yaramayınca Hayalet’in erkek kardeşi Andrew’in bu köyde bir dükkanı olduğu geldi aklıma. Köy meydanına doğru kaldırım taşlarında tökezleyerek ve çamurlu su birikintilerine bata çıka koştum.

Andrew’in dükkanını bulmam epey zaman aldı. Priestown’dakinden daha ufaktı, ancak oldukça iyi bir yerdeydi: Köyün ana caddesi olan Babylon Caddesi’nin hemen köşesinde. Çakan bir şimşek kapının üzerindeki tabelayı aydınlattı:

ANDREW GREGORY USTA ÇİLİNGİR Dükkanın kapısına yumruklarım kızarana kadar vurmama rağmen bir yanıt alamayınca kapı tokmağını alıp sertçe birkaç kez vurdum, ama nafile. Belki de Andrew dışarıda bir işe gitmişti. Ya da o geceyi başka bir köyde geçirecekti. Ben bunları düşünürken yan dükkanın ikinci katındaki pencere kanatlarından biri açıldı ve sinirli bir adam sesi gecenin karanlığını çınlattı.

Defol git! Hadi defol! Gecenin bu saatinde insanlar uyumaya çalışırken bu gürültü de neyin nesi?

Doktora ihtiyacım var! diye bağırdım karanlık pencereye. Çok acil. Bir adam ölebilir!

O zaman burada vaktini boşa harcıyorsun! Kapısını çaldığın bir çilingir dükkanı.

Ben Andrew Gregory’nin abisinin yanında çalışıyorum. Fundalığın ucunda, vadideki evde yaşıyor. Ben onun çırağıyım!

Yeniden şimşek çakınca penceredeki bağırıp çağıran adamın yüzüne yayılan korkuyu gördüm.

Bolton Caddesi’nin yüz metre kadar güneyinde bir doktor var!

Bolton Caddesi nerede?

Tepeden in, dört yol ağzından sola dön. İşte orası Bolton Caddesi. Dümdüz devam et. O sıradaki son ev!

Sözünü bitirir bitirmez pencereyi çarpıp kapadı, ama artık bunun bir önemi yoktu; ihtiyacım olan bilgiyi almıştım. Tepeden aşağı koşarak inip sola döndükten sonra nefes nefese koşmaya devam ettim. Sıra sıra evlerin sonuncusunun kapısını çaldım.

Doktorlar acil durumlar için gecenin bir yarısı uyandırılmaya alışkın olduklarından kapının açılması fazla uzun sürmedi. İnce, siyah bıyıklı, saçları şakaklarından ağarmaya başlamış ufak tefek bir adamdı doktor. Elinde bir mum vardı ve ben konuştukça sakin bir işadamı gibi başını aşağı yukarı sallıyordu. Ona yaralı adamın Moor View Çiftliği’nde olduğunu anlattım. Yardımına ihtiyacı olanın kim olduğunu duyunca davranışları değişip elleri titremeye başladı.

Sen geri dön, ben olabildiğince çabuk gelirim, diyerek kapıyı suratıma kapattı.

Fundalığa doğru yürürken bir yandan endişeleniyordum. Doktorun bir hayaleti tedavi etmekten korktuğunu anlamıştım. Acaba sözünü tutar mıydı? Beni gerçekten çiftliğe kadar takip eder miydi? Eğer bunu yapmazsa Hayalet ölebilirdi. Hatta ölmüş bile olabilirdi. İstemeye istemeye yokuşu hızla çıktım.

Fırtına çoktan uzaklaşmış, geriye yalnızca belli belirsiz duyulan gök gürültüleri ve uzakta çakan şimşekler kalmıştı.

Doktor hakkında boşuna endişelenmişim. Sözünü tuttu ve benden yalnızca on beş dakika sonra çiftliğe geldi.

Ama fazla uzun kalmadı. Hayaleti muayene ederken elleri öyle şiddetli titriyordu ki dehşete kapılmış olduğunu anlamak için fal taşı gibi açık gözlerine bakmama gerek kalmamıştı. Kimse hayaletlerin yakınında olmaktan hoşlanmaz. Üstelik ona bahçede ve mutfakta olanları anlatmış olmam durumu daha da kötüleştirmişti. Öcü her an üzerine çullanabilirmiş gibi sürekli olarak arkasına bakıyordu.

Bu kadar üzgün ve endişeli olmasam doktorun bu hali beni neşelendirebilirdi bile.

Hayalet’i üst kata taşıyıp yatağa yatırmama yardım etti. Sonra kulağını Hayalet’in göğsüne dayayıp dikkatlice dinledi. Ayağa kalktığında başını iki yana sallıyordu. İltihap yavaş yavaş ciğerlerine doluyor, dedi en sonunda. Yapabileceğim hiçbir şey yok.

O güçlüdür! diye itiraz ettim, iyileşecektir. Yüzünde, doktorların yüzlerinde daha önce gördüğüm bir ifade vardı. Şefkat ve sakinliğin birleştiği profesyonel bir yüz ifadesiydi bu; gerçekten çok hasta olanların yakınlarına kötü haberi verirken taktıkları bir maske.

Korkarım ki sonuç iyi olmayacak evlat, diyerek yavaşça omzumu sıvazladı. Ustan ölüyor. Bu geceyi bile atlatabilmesi şüpheli. Ama ölüm eninde sonunda gelip hepimizi bulur, korkarım bize de bunu kabullenmekten başka yapacak bir şey kalmaz. Burada yalnız mısın?

Başımla onayladım.

Yalnız kalabilecek misin?

Tekrar başımı salladım. İyi, o zaman sabah buraya birini yollarım, diyerek çantasını alıp gitmeye hazırlandı. Yıkanması gerekecektir, diye de ekledi.

Ne demek istediğini biliyordum. Gömmeden önce ölülerin yıkanması eski bir Eyalet geleneğiydi. Bu bana hep çok aptalca gelirdi. Toprağın altında bir tabuta girecek olan birini yıkamanın ne anlamı vardı ki? Öfkelenmiştim ve neredeyse bu düşüncelerimi ona da söyleyecektim, ama kendimi kontrol ettim. Sonra yatağın başına giderek güçlükle nefes almaya çalışan Hayalet’i izlemeye koyuldum. Ölüyor olamazdı! Buna inanmayi reddediyordum. Yaşadığımız bunca şeyden sonra nasıl ölebilirdi ki? Bunu kabullenmeye hazır değildim. Doktor yanılıyor olmalıydı.

Fakat her ne kadar kendi kendimi doktorun yanıldığına inandırmaya çabalasam da umutsuzluğa kapılmaya başlamıştım. Annemin yaklaşmakta olan ölümle ilgili sözlerini anımsadım. Sonra babamın odasındaki kokuyu, çiçeklerin yaydığı kötü kokuyu ve annemin bu kokunun yaklaşan ölümün kokusu olduğunu söylediğini anımsadım. Annemin bu yeteneği bende de vardı ve Hayaletten gelen kokunun her geçen dakika yoğunlaştığını duyabiliyordum.

Gün ağardığında ustam hala hayattaydı ve doktorun cesedi yıkaması için gönderdiği kadının hayal kırıklığına uğradığı yüzünden anlaşılabiliyordu.

Ancak öğleye kadar kalabilirim. Öğleden sonra bir başkası var! dedi. Sonra temiz bir çarşaf getirip yedi parçaya ayırdı, bir tas da soğuk su getirmemi istedi.

İstediklerini yaptım. Çarşaftan bir parça alıp avuç içi büyüklüğüne getirinceye kadar katladı ve parçayı suya daldırdı. Sonra ıslak kumaşla Hayalet’in alnını ve çenesini sildi. Bunu Hayalet’i rahatlatmak için mi yoksa daha sonraki yıkama işini kolaylaştırmak için mi yaptığını kestirmek güçtü.

Ardından yatağın kenarına oturup bebek kıyafetine benzer bir şey örmeye koyuldu. Bir taraftan da hiç susmadan konuşuyordu. Bana hayat hikayesini anlattı, çalıştığı iki işle böbürlenip durdu. Ölüleri yıkayıp gömülmeye hazırlamanın yanı sıra ebelik de yapıyormuş. Grip olmuştu ve sürekli olarak Hayalet’in orasına burasına hapşırıp kıpkırmızı burnunu büyük, alacalı bir mendile siliyordu.

Öğleden hemen önce eşyalarını toplayıp gitmeye hazırlandı. Yarın tekrar gelirim. Bir geceyi daha atlatamaz.

Hiç umut yok mu? diye sorarken Hayalet’in başını vurduğundan beri gözlerini bir kez olsun
açmadığının farkındaydım.

Nefesini dinlesene, dedi.

Dikkatle dinledim. Soluk alıp verdikçe çıngırak sesi gibi kötü bir ses çıkartıyordu. Sanki nefes borusu tıkalı gibiydi.

Bu ölüm çıngırağı, dedi. Bu dünyadaki hayatı sona eriyor.

O sırada ön kapı çalınınca kimin geldiğini görmek için aşağıya indim. Kapıyı açınca karşımda Alice’i gördüm. Yün ceketini boynuna kadar iliklemiş, kapüşonunu da başına geçirmişti.

Alice! Onu gördüğüme çok sevinmiştim. Hayalet öcüyü haklamaya çalışırken yaralandı. Başını yere çarptı ve doktor onun öleceğini düşünüyor!

Bir bakayım, diyerek yanımdan geçiverdi. Belki de o kadar kötü değildir. Doktorlar yanılabilir. Nerede, üst katta mı?

Başımla onayladıktan sonra Alice’i üst kattaki yatak odasına kadar takip ettim. Doğru Hayalet’in yanına gidip elini alnına koydu. Sonra sol göz kapağını başparmağıyla kaldırıp iyice inceledi.

Umutsuz değil, dedi Alice. Yardım edebilirim herhalde…

Kadın çantasını alıp gitmeye hazırlanırken öfkeden kaşları çatılmıştı. Eh, ben göreceğimi gördüm! diye bağırırken Alice’in sivri burunlu ayakkabılarına bakıyordu. Küçük cadı hayalete yardım ediyor!

Alice öfkeden alev alev yanan gözlerini kadına çevirip ağzını iyice açarak dişlerini gösterdi. Sonra öyle bir tısladı ki kadın iki adım geriledi.

Bunun için sana teşekkür edeceğini sanma! diye Alice’i uyardıktan sonra odadan çıkıp koşarak merdivenlerden indi.

Yanımda pek fazla şey yok, dedi Alice kadın odadan çıkınca. Ceketinin düğmelerini açıp iç cebinden ufak, deri bir kese çıkardı. İple bağlı olan keseyi açıp ters çevirince avuç içine birkaç kuru yaprak dökülüverdi. Ona hemen bir iksir hazırlayacağım.

Alice mutfağa gidince Hayalet’in yanına oturup ona nasıl yardım edebileceğimi düşünmeye başladım. Tüm vücudu alev alev yanıyordu. Ben de ıslak bezle sürekli alnını silerek ateşini düşürmeye çabalıyordum. Burnundan durmaksızın akan kan ve sümük bıyıklarına karıştığından sürekli olarak bıyıklarını da temizlemem gerekiyordu. Tüm bunlar olurken göğsü hırıldayarak sarsılıyor ve çiçek kokusu giderek artıyordu. Alice ne derse desin hemşirenin haklı olduğunu, Hayalet’in fazla zamanı kalmadığını düşünüyordum.

Bir süre sonra Alice, elinde yarısı solgun sarı renkli bir sıvıyla dolu bir bardakla geldi. İksiri içirebilmesi için Hayalet’in başını kaldırmam gerekti. Keşke annem o an yanımda olsaydı. Ancak Alice de en az onun kadar iyiydi. Hatta annem bir keresinde onun iksirler konusunda çok bilgili olduğunu söylemişti.

Hayalet aksırıp tıksırmaya başlasa da eninde sonunda onu sakinleştirmeyi başardık. Yılın en kötü mevsimindeyiz ama belki bir şeyler bulabilirim, dedi Alice. Dışarıya bir göz atmaya değer. Gerçi bana karşı davranışları düşünülecek olursa bunu hiç hak etmiyor!

Alice’e teşekkür edip ön kapıya kadar ona eşlik ettim. Yağmur durmuştu ama nemli, keskin bir soğuk vardı. Ağaçlar çırılçıplaktı ve her yer çok kasvetli görünüyordu. Kış geldi Alice. Bu soğukta hiçbir şey yetişmez. Dışarıda ne bulabilirsin ki?

Kışın bile, kullanılabilecek kökler ya da kabuklar bulabilirsin, diye yanıtladı Alice, ceketinin düğmelerini ilikleyerek. Tabii nereye bakacağını bilirsen. Hemen dönmeye çalışırım.

Odaya çıkıp üzgün ve kendimi kaybetmiş bir şekilde Hayalet’in yanına oturdum. Bunun kulağa ne kadar bencilce geldiğini biliyorum, ancak kendim için endişe etmeden duramıyordum. Hayalet olmadan çıraklık dönemimi tamamlayamazdım. Caster’ın kuzeyine, Arkwright’ın yanına gidip beni çırağı olarak kabul etmesini istemekten başka çarem yoktu. Bir zamanlar tıpkı benim gibi Hayalet’in çırağı olarak Chipenden’da yaşadığından belki beni kabul ederdi. Gelgeldim bunun hiçbir garantisi de yoktu. Bunları düşünmek kendimi iyice kötü hissetmeme neden oldu.

Kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım. Ustamı değil de kendimi düşünüyordum.

Bir saat kadar sonra Hayalet aniden gözlerini açıverdi. Yüksek ateşten dolayı gözler alev alev yanıyordu ve beni tanıdığını da hiç sanmıyorum. Yine de emirler yağdırma yeteneğini kaybetmemişti ve sanki sağırmışım gibi avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.

Kalkmama yardım et! Kaldır beni! Kaldır! Kaldır! Hemen şimdi! diye bağıran Hayaleti, sırtına yastıklar yerleştirerek yatakta oturur konuma getirmeye çalışıyordum. Gürültülü bir şekilde inledi, gözleri öyle bir kayıyordu ki yalnızca beyazları görünüyordu.

İçecek bir şey getir! diye bağırdı. İçecek bir şey!

Yatağın hemen başucundaki masanın üzerinde soğuk su dolu bir sürahi vardı. Vakit kaybetmeden bir bardağı suyla doldurup yavaşça dudaklarına tuttum.

Yavaş için, dediysem de Hayalet ağız dolusu bir yudum alıp hepsini çarşafların üzerine çıkarıverdi.

Bu pislik de ne? Bunu mu hak ediyorum? diye kükrerken gözbebekleri eski yerlerine oturunca öfkeli bakışlarını üzerime dikti. Şarap getir bana. Kırmızı olsun. İhtiyacım olan şey bu.

Bunun hiç de iyi bir fikir olduğunu sanmıyordum, ne de olsa çok hastaydı; ama durmadan ısrar ediyordu. Şarap istiyordu ve mutlaka kırmızı olmalıydı.

Üzgünüm ama hiç şarap yok, diye sakin bir ses tonuyla açıklamaya çalıştım.

Burada tabii ki de şarap olmaz! Burası yatak odası! diye bağırdı. Mutfağa in, orada bulursun. Orada da yoksa kilere bak. Git ve ara. Elini çabuk tut. Beni bekletme.

Mutfakta yarım düzine kadar şarap şişesi vardı, üstelik hepsi de kırmızıydı. Sorun şu ki tirbuşon yoktu; çok fazla da aramamıştım zaten. Yeterli olacağını düşünerek şişeyi yatak odasına çıkardım. Yanılmıştım. Yatağa yanaşır yanaşmaz ustam şişeyi elimden kaptığı gibi ağzına dayayıp kalan dişleriyle kıstırdığı mantar tıpayı çekip çıkarıverdi. Bir an için tıpayı da yuttuğunu sandım, sonra öyle bir hırsla tükürdü ki tıpa odanın karşı duvarına fırladı.

Ardından içmeye başladı, içerken de konuşmaya. Hayalet’i daha önce alkol alırken görmemiştim, oysa şimdi ne kadar içse de yetmiyor gibiydi. Giderek daha da heyecanlanıyor, konuşurken saçmalamaya başlıyordu. Hem ateşi olduğundan hem de içki içtiğinden söyledikleri pek bir anlam ifade etmiyordu. Üstelik çoğu da Latinceydi, yani hala öğrenmeye uğraştığım bir dilde. Bir ara sağ eliyle, tıpkı rahipler gibi istavroz çıkarmaya başladı.

Ailemin çiftliğinde şarap nadiren içilirdi. Annemin yaptığı mürver şarabı çok lezzetli olurdu, ama yalnızca özel günlerde içilirdi. Evde yaşadığım süre içinde yılda iki kez yalnızca yarım bardak içebilmiştim. Hayalet koca şişeyi on beş dakikadan az bir sürede bitirip kusmaya başladı; öyle şiddetli kusuyordu ki oracıkta boğularak öleceğini sandım. Çarşaftan geri kalanları kullanarak tüm bu pisliği temizlemek zorunda kaldığımı söylememe sanırım gerek yok.

Bir süre sonra Alice geri gelip bulduğu köklerle yeni bir iksir hazırladı. İkimiz birlikte bu iksiri Hayalet’e içirmeyi başardık. Hayalet kısa bir süre sonra uykuya dalıverdi.

Hayalet uyuyunca Alice burnunu oynata oynata havayı koklamaya başladı. Tüm çarşafları değiştirmeme rağmen oda hala leş gibi koktuğundan artık çiçek kokusu falan almıyordum. En azından ben böyle düşünüyordum.

O an Hayalet’in iyileşmekte olduğunun farkında değildim. Sonuçta doktor da, hemşire de yanılmış oldu: Birkaç saat içinde ustamın ateşi düştü ve ciğerlerini dolduran yoğun balgamları öksüre öksüre çıkarttı. Bulabildiğim tüm mendilleri kullanınca bir başka çarşafı daha parçalamam gerekti. Yavaş yavaş iyileşiyordu. Ve bunu bir kez daha Alice’ e borçluyduk.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu