Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 10. Bölüm

Korku Hikayesi

Korku Hikayesi “Hayaletin Sırrı” 3. Kitap 10. Bölüm

“KÖTÜ HABER”

Hurstler ertesi gün eve döndüklerinde akılları başlarından gitmiş, şaşkına dönmüş haldeydiler. Sanki tüm bu pisliği temizlemeye nereden başlayacaklarını kestiremiyorlardı. Hayalet günün çoğunu uyuyarak geçiriyordu, fakat onu kırık camlardan sızan rüzgarın tüm gün uğuldadığı bir odada bırakamayacağımızdan tamiratları karşılaması için çantasından biraz para alıp Bay Hurst’e verdim.

Köyden işçiler getirildi. Bir camcı yatak odasıyla mutfak pencerelerine yeni camlar takarken Shanks de geri kalan pencereleri geçici olarak tahta çakarak kapattı. Ben de oldukça yoğun bir gün geçirdim: Yatak odaları ve mutfaktaki şömineleri hazırlayıp çiftlik işlerine, özellikle de süt sağmaya yardım ettim. Gönülsüz de olsa Bay Hurst de biraz iş yaptı. Artık hayattan keyif almıyor ve yaşama hevesini yitirmiş gibi görünüyordu.

Vah! Vah! Vah! diye sürekli olarak mırıldanıp duruyordu. Bir keresinde de ahırın çatısına bakarken acı dolu bir yüz ifadesiyle şöyle dediğini duydum, Ne yaptım ben? Bunu hak etmek için ne yaptım?

O gece, akşam yemeğinin hemen ardından ön kapı gürültülü bir şekilde üç kez çalınınca zavallı Bay Hurst yerinden öyle bir sıçradı ki neredeyse tepe taklak düşecekti.

Ben açarım, dedi Bayan Hurst, kocasının koluna usulca dokunarak. Sen burada kal aşkım ve sakin olmaya çalış. Kendini üzme.

Tepkilerine bakılacak olursa kapıdaki Morgan olmalıydı. Kapıya vurulan o üç sert darbede içimi ürperten tuhaf bir şeyler vardı. Alice bana bakıp dudaklarını büzerek Morgan’ diye fısıldayınca şüphelerimin doğru olduğunu anladım. Morgan annesinden önce odaya daldı. Elinde bir asa ve çanta vardı. Cübbe ve kukuletasıyla tam bir hayalet gibi görünüyordu.

Bak sen şu işe. Muhabbetiniz bol olsun! Çırağımız da buradalarmış, diyerek bana döndü. Usta Ward, tekrar karşılaştık.

Hiç konuşmadan başımı salladım.

Eee, neler oldu burada babalık? diye Bay Hurst’e sataştı. Çiftlik rezalet durumda. Sen de hiç mi onur yok? Koskocaman çiftliği rezil ediyorsun.

Onun suçu değil. Aptal mısın nesin sen? diye çıkıştı Alice, saldırgan bir ses tonuyla. Ahmaklar bile bunun bir öcünün işi olduğunu anlar!

Morgan suratını asıp sinirli sinirli ona bakarken asasını hafifçe kaldırdıysa da Alice onun bu sert bakışlarına alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Demek Hayalet öcüyle başa çıkması için çırağını gönderdi, öyle mi? dedi Morgan annesine doğru dönerek.

İşte sana gönül borcu, öyle değil mi kocakarı? Sen onun için küçük bir cadıyı evine sokarken o öcüyü bağlamak için zahmet edip gelmiyor bile. O hep böyle duygusuz bir alçağın tekiydi.

Bunun üzerine ayağa fırlayıverdim: Bay Gregory duyar duymaz geldi. Şimdi yukarıda yatıyor, çünkü öcüyle uğraşırken çok kötü yaralandı.

Daha konuşmamı bitirmeden çok fazla şey söylediğimin farkına varmıştım. Bir anda ustam için korkmaya başladım. Morgan geçmişte onu tehdit etmişti ve şimdi Hayalet zayıf, savunmasız bir haldeydi.

Ah, demek konuşabiliyorsun! dedi alaylı bir şekilde. Bana sorarsan ustandan geçmiş artık. Öcü bağlarken yaralandı, öyle mi? Tanrı aşkına, bu en basit numaradır. Yaşlı ahmağın güzel günleri geçmişte kaldı desene. Çıkıp ona bir çift laf etsem iyi olacak.

Morgan sözlerini bitirir bitirmez mutfaktan geçerek ahşap merdivenlerden yukarı, yatak odalarına doğru çıkmaya başladı. Eğilip yanımdaki Alice’e olduğu yerde kalmasını fısıldadım. Sonra hızla merdivenlere yöneldim. Önce Bayan Hurst’ün beni durdurmaya çalışacağını düşündüysem de o yüzünü ellerinin arasına almış öylece oturuyordu. Basamakları sessizce çıkmaya başladım, fakat her adımımla gıcırdadıklarından üç basamakta bir durup Morgan’ın kaba kahkahalarını ve Hayalet’in öksürüklerini dinledim. Sonra arkamdaki basamakların gıcırdadığını duyup döndüm ve Alice’le göz göze geldim; işaret parmağını dudağına götürerek ses çıkartmamamı işaret etti.

Yatak odasından şimdi de Hayalet’in sesi geliyordu. Hala şu eski höyüğü kazıp duruyor musun? diye sorduğunu duydum. Bu, bir gün senin sonun olacak. Mantıklı ol biraz. Gücün kuvvetin hala yerindeyken oradan uzak dur.

Bunu benim için kolaylaştırabilirsin, diye yanıtladı Morgan. Tek yapman gereken bana ait olanı geri vermek. Bütün istediğim bu.

Bunu yaparsam etrafa hayal bile edilemeyecek kadar çok zarar verirsin. Tabii eğer hayatta kalırsan. Neden böyle olması gerekiyor? Karanlıkla uğraşmaktan vazgeçip kendine çeki düzen ver evlat! Annene verdiğin sözleri hatırla. Hayatını düzene sokmak için hala geç değil.

Beni umursuyormuş numarası yapma, dedi Morgan. Ve bir daha da annemin adını ağzına alma. Hiçbirimizi umursamadın, gerçek bu. Şu cadı dışında hiçbirimizi! Meg Skelton ortaya çıkınca zavallı annemin hiç şansı kalmadı. Peki bu sana ne getirdi? Onu da acı dolu bir yaşama mahkûm etmekten başka bir işe yaradı mı, söylesene? Hayır evlat. Seni önemsemiştim, anneni de. Bir zamanlar onu sevmiştim, bunu sen de biliyorsun ve hayatım boyunca da ona yardım etmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Ve sırf onun hatırına, tüm yaptıklarına rağmen sana da yardım etmeye çalıştım!

Hayalet yeniden öksürmeye başladı, Morgan’ın da küfretmeye başladığını duyunca kapıya yöneldim. İşler artık değişti babalık ve bana olan borcunu alacağım. Eğer sen vermezsen başka yollar kullanacağım.

Alice ile birlikte dönüp merdivenlerden gerisin geri aşağıya indik. Morgan merdivenlerin başına geldiğinde biz çoktan mutfağa varmıştık.

Morgan bize bakmadı bile. Öfkeli bir şekilde, annesiyle babasını da görmezden gelerek bir hışım mutfaktan geçip koridora çıktı. Koridora açılan odalardan birine dalıp sinirle ayaklarını sert sert yere vurduğunu duyduk. Bir süre sonra odadan çıkıp kapıyı tekrar kilitledi. Sonra ön kapıyı çarptığı gibi evden çıkıp gitti.

Masada çıt çıkmıyordu, fakat Bayan Hurst’e bakmadan edemedim. Demek Hayalet bir zamanlar onu da sevmişti. Bu hesaba göre ilgilendiği kadın sayısı üçe çıkmış oluyordu! Ve Morgan’ın ona karşı beslediği öfkenin nedenlerinden biri de buydu.

Hadi seni yatağına çıkaralım aşkım, dedi Bayan Hurst kocasına, yumuşak ve şefkatli bir ses tonuyla. İyi bir uyku çekmeye ihtiyacın var. Sabaha kendini çok daha iyi hissedersin.

Sonra her ikisi de masadan kalktılar. Zavallı Bay Hurst başı önde, kapıya doğru ayaklarını sürüye sürüye ilerliyordu. Onlar için üzülüyordum. Morgan gibi bir çocuğu hak etmiyorlardı. Bayan Hurst kapıda durup bize baktı. Siz de çok geç yatmayın, dedi ve her ikimiz de kibarca başımızı aşağı yukarı salladıktan sonra üst kata çıkana kadar onları dinledik.

Evet, dedi Alice, böylece ikimiz kaldık. Neden gidip Morgan’ın odasına bakmıyoruz? Neler bulabileceğimizi kim bilir.

Az önce girdiği odaya mı?

Alice başını evet dercesine salladı. Oradan bazen tuhaf sesler geliyor. İçeride ne olduğunu görmek isterim.

Bunun üzerine masanın üzerindeki mumu aldı, mutfaktan çıkıp salondan geçerek koridora ulaştı.

Koridora açılan iki oda vardı. Sırtınızı ön kapıya verdiğinizde sağınızda salon, solunuzdaysa siyah boyalı bir kapı kalırdı. Üzerinde bir sürgü vardı.

İşte bu, diye fısıldadı Alice, sivri uçlu ayakkabısıyla kapıya dokunup sürgüyü çekerek. Kilitli olmasa şimdiye kadar çoktan içeriye bir göz atmış olurdum zaten. Ama şimdi sorun değil. Senin şu anahtarın, kilidi açar herhalde Tom. Alice kilidi işaret etti.

Anahtarım kilidi açtı ve kapıyı yavaşça araladım. Oldukça büyük bir odaydı; uzunluğu, boyuna doğru bir dörtgeni andırıyordu, en uç duvarda tahta çakılarak kapatılmış bir pencerede siyah perdeler asılıydı. Zemin, evin geri kalan kısmı gibi döşemeliydi; ama yerde ne kilim ne de halı vardı. Ve odada yalnızca üç parça mobilya vardı: uzun, ahşap bir masa ve her ucunda yüksek arkalıklı birer sandalye.

Alice önden girdi.

Görecek pek bir şey yok, öyle değil mi? dedim. Ne bulmayı umuyordun?

Emin değilim, fakat bundan daha fazlasını beklediğimi söyleyebilirim. Bazen buradan çan sesleri geliyor. Ufak çanlar, hani şu elinde tutabildiklerinden. Bir keresinde de cenaze çanı duydum. Sesi öyle çok çıkıyordu ki kilise çanları kadar büyük olması gerektiğini düşündüm. Bir de damlayan su sesi ve bir kızın ağlamalarını duyuyorum. Sanırım bu onun ölmüş olan kız kardeşi.

Bu sesleri Morgan odada olduğunda mı duyuyorsun? Çoğunlukla, ama evde yokken bile ara sıra bir köpeğin havlayıp hırladığını, hatta kapıya yanaşıp dışarı çıkmaya çalışıyormuş gibi eşiği kokladığını duyabiliyorum. Bu yüzden Hurstler hep kapıyı kilitli tutuyor. Sanırım içeriden kötü bir şeyin çıkmasından korkuyorlar.

Ama ben şu anda hiçbir şey hissetmiyorum, dedim Alice’e. Karanlığa ait bir şeye yaklaştığımda hissettiğim o soğuktan eser yoktu. Hayalet’in söylediklerine bakılırsa Morgan ruh çağırıcısıymış. Ruhlarla konuşup istediklerini yaptırabiliyormuş.

Gücünü nereden alıyor peki? Cadılar gibi kemik ya da kan büyüsü kullanmıyor, dedi Alice burnunu kaşıyarak, Hizmetçi cini de yok. Yoksa kokusunu kesin alırdım. Ne diyordun Tom?

Omuz silktim. Belki de Golgoth’tur ya da şu Eski Tanrılardan biri. Morgan’ın şu höyüğü kazıp durması ve bunun onun sonu olacağıyla ilgili Hayalet’in söylediklerini duydun. Orası Yuvarlak Somun adı verilen bir höyük ve fundalığın yükseklerinde. Belki de eski insanlar gibi Golgoth’u çağırmaya çalışıyordun Belki Golgoth tapınılmak istediğinden ona bir şekilde yardım ediyordur. Ama bunu henüz yapamıyor, çünkü Hayalet’te ihtiyacı olan bir şey var. İşleri kolaylaştıracak bir şey.

Alice düşünceli bir şekilde başını salladı. Bu doğru olabilir Tom, ancak söylenen bazı şeyler çok kafa karıştırıcıydı.

Yaşlı Gregory ile Bayan Hurst’ü birlikte düşünemiyorum. Bir zamanlar çift olduklarına inanmak güç. Buna ben de inanamıyordum. Hem de hiç. Sonuçta, görecek pek bir şey olmadığı için odadan çıkıp kapıyı arkamızdan kilitledik. Çözülmesi gereken sırlar vardı Hayalet’in geçmişiyle ilgili sırlar ve ben giderek daha da meraklanıyordum.

Morgan bir daha Moor View Çiftliği’ne adımını atmadı, ancak Hayalet’in evine dönebilmek için bir hafta daha beklememiz gerekti. Shanks çağrıldı ve eve dönüş yolculuğu boyunca Hayalet midillinin üzerindeyken Alice ve ben hemen arkasında yürüdük.

Shanks eve ayak basmayı reddedip hemen Adlington’a döndü ve Hayalet’le bizi yalnız bıraktı. Hayatını, büyük olasılıkla Alice’in hazırladığı iksirlere borçlu olduğunu Hayalet’e söylemiştim, bir yanıt vermemişti. Şimdi Alice’le birlikte yatak odasına çıkarmamıza itiraz etmiyordu. Hala tam olarak kendinde değildi ve tamamen iyileşmesi epey uzun süreceğe benziyordu. Dönüş yolculuğu da onu çok yormuştu. Ayaklarının üzerinde doğru düzgün duramıyordu ve birkaç gün odasından hiç çıkmadı.

İlk başta Meg’den hiç bahsetmemiş olması beni şaşırtmıştı. Fakat Hayalet’e onu hatırlatmamıştım; tek başıma kilere inmeyi pek istemiyordum. Bütün yazı orada uyuyarak geçirdiğine göre birkaç gün daha kalması bir şey değiştirmezdi. Bu yüzden gündelik işlerin çoğunu benim yapmam gerekiyordu. Alice de biraz yardımcı oluyordu, ama olmasını istediğim kadar değil.

Benden daha iyi yemek yaptığını söylediğimde, Kız olmam bütün yemekleri benim yapmam gerektiği anlamına gelmiyor! diye çıkıştı.

Ama ben yemek yapamam ki Alice. Evdeyken annem yapıyordu, Chipenden’da evcil öcü, burada da Meg.

İşte şimdi öğrenmenin tam sırası, dedi Alice gülümseyerek. Meg’e gelince, bahse girerim şu bitki çayı olmasa yemek yapmayı pek istemeyecektir!

Üçüncü günün sabahı, ben kahvaltıyı hazırlamaya çalışırken Hayalet en sonunda bitkin bir şekilde aşağı inip masaya oturdu. Yemek yapmanın göründüğünden çok daha zor olduğunu anlamıştım.

Bir süre hiç konuşmadan yedik, sonra Hayalet aniden tabağını ittiriverdi. Neyse ki pek aç değilim evlat, dedi başını iki yana sallayarak, yoksa bunun hepsini yemek zorunda kalırdım ve bu deneyimden sağ çıkabileceğimi sanmıyorum.

Alice kahkahalarla gülerken ben de gülümseyip omuz silktim; en azından ustamın iyileşiyor olduğunu görmek güzeldi. Bunlar, şimdiye kadar yediğim domuz pastırmalı tostlar arasında en lezzetlileri değildi, fakat ne bulsam yiyecek kadar açtım. Alice de öyle. Neşelenmeye başlamıştım, çünkü Hayalet onun da bizimle kalmasına izin verecekmiş gibi görünüyordu.

Ertesi sabah Hayalet sonunda Meg’i uyandırmanın vaktinin geldiğine karar verdi. Ayaktayken dengesini hala tam olarak sağlayamadığından, Alice su ısıtırken Hayalet’le birlikte merdivenlerden inip Meg’i mutfağa çıkarmasına yardım ettim. Bu ona çok fazla gelmişti ve elleri öyle şiddetli titremeye başlamıştı ki yeniden yatağa dönmesi gerekti.

Alice’e Meg’in banyosunu hazırlaması için yardım ettim. Teşekkürler Billy, dedi Meg duşu sıcak suyla doldururken. Çok düşünceli bir çocuksun. Ve şu güzel arkadaşın da çok yardımcı oluyor. Adın ne tatlım?

Bana Alice derler. diye yanıtladı gülümseyerek.

Pekala Alice, ailen yakınlarda mı yaşıyor? İnsanın ailesine yakın olması güzel bir şey, senin yerinde olmak isterdim. Ama benim ailem çok uzakta.

Artık ailemle görüşmüyorum. Onlar başıma beladan başka bir şey getirmediğinden böylesi çok daha iyi, dedi Alice.

Daha neler! diye bağırdı Meg. Nedenmiş, ne yaptılar ki tatlım?

Onlar cadıydı, diye yanıtladı Alice yan yan bana gülümseyerek.

Çok sinirlenmiştim. Bu tür sözler Meg’in hafızasını canlandırabilirdi. Alice bunu bilerek yapıyordu.

Bir zamanlar ben de bir cadı tanımıştım, dedi Meg düşünceli bir şekilde. Ama çok uzun bir zaman önceydi.

Sanırım banyon hazır Meg, diyerek Alice’i kolundan yakaladığım gibi oradan uzaklaştırdım. Biz şimdi çalışma odasına gidiyoruz, sen rahat rahat yıkanabilirsin.

Hayalet’in çalışma odasına girince Alice’e çıkıştım. Neden böyle bir şey söyledin ki? Bir cadı olduğunu anımsayabilir.

Bu çok mu kötü olurdu? diye sordu Alice. Ona bu şekilde davranmanız adil değil. Ölse daha iyi.

Onunla daha önce tanışmıştık ama baksana, unutmuş bile.

Ölse daha mı iyi? Büyük olasılıkla ölmek yerine kendini bir çukurun dibinde bulur, dedim öfkeli bir şekilde.

Neden ona şu bitki çayından biraz daha az vermiyorsun peki? Böylece hayatı daha iyi olabilir ve her şeyi de unutmaz, öyle değil mi? Dozunu iyi ayarlayabilirsen hem her şeyi anımsamayacak hem de çok daha iyi olacaktır. Bırak ben yapayım Tom. Bu zor değil. Doğru dozu bulana kadar her gün dozu biraz azaltacağım.

Hayır Alice! Sakın buna kalkışayım deme! diye onu uyardım. Eğer Hayalet bunu öğrenirse gözünü bile kırpmadan seni Hurstlerin yanına yollayıverir. Hem zaten bu riski almaya değmez. Bir şeyler ters gidebilir.

Alice başını iki yana salladı. Ama bu doğru değil Tom. Eninde sonunda bir şeyler yapılmalı.

Sonunda olmasını tercih ederim. Bitki çayıyla ilgili bir şey yapmayacaksın değil mi? Söz ver bana.

Alice gülümsedi. Söz veriyorum, ama bence bu konuyu yaşlı Gregory ile konuşmalısın. Bunu yapar mısın? Şimdi bunun sırası değil, daha tam iyileşmedi bile. Doğru zaman gelince konuşurum. Dinlemeyecektir ama. Bu yıllardır böyle sürüyor. Neden şimdi değiştirsin ki? Sen bir konuş işte, tek istediğim bu.

Bunun vakit kaybı olacağını ve boşu boşuna Hayalet’i sinirlendireceğini bilmeme rağmen kabul ettim. Ancak Alice artık beni endişelendirmeye başlıyordu. Ona güvenmek istiyordum, ama Meg’e kafayı takmıştı bir kere.

Hayalet akşama doğru aşağı inip biraz çorba içebildi ve bütün geceyi ateşin önünde battaniyeye sarınmış vaziyette geçirdi. Ben yatmaya giderken hala oradaydı, Alice de bulaşıkları yıkayan Meg’e yardım ediyordu.

Ertesi sabah, yani sah sabahı, Hayalet bana kısa bir Latince dersi verdi. Pek iyi görünmüyordu. Çabucak yorulup yatağa dönünce günün geri kalanında tek başıma çalışmam gerekti.

Akşama doğru arka kapı çalındı. Gelen, Hayalet’in getir götür işlerini yapan Shanks idi. Oldukça endişeli görünüyordu ve sürekli olarak arkama bakıyor, sanki her an oradan birinin fırlayıvermesini bekliyordu.

Bay Gregory’nin siparişini getirdim, diyerek başıyla üzeri kahverengi çuvallarla yüklü midilliyi işaret etti. Sana da bir mektup var. Yanlış adrese gitmiş, oradaki ev sahipleri de evde yokmuş. Yeni dönmüşler, yani mektup en az bir haftalık.

Şaşkın bir şekilde ona baktım. Buraya kim mektup gönderirdi ki? Ceketinin cebinden buruş buruş olmuş bir zarf çıkarıp bana uzattı. Zarfın üzerinde abim Jack’in el yazısını görünce endişelenmeye başlamıştım.

Üstelik posta treniyle mektup göndermek onlara çok pahalıya mal olmuş olmalıydı; demek ki önemli bir haberdi. Ve kesin kötüydü.

Zarfı yırttıktan sonra kısa ve öz mektubu okudum.

Sevgili Tom Baban yine kötüleşti. Durumu hızla kötüye gidiyor.

Sen hariç tüm oğulları burada sende hemen gelsen iyi olur.

Jack Jack hep patavatsız biri olmuştu. Yazdıkları da bana kendimi berbat hissettirdi. Babamın ölmek üzere olduğuna inanamıyordum. Bunu hayal bile edemiyordum. Dünya bir daha asla eskisi gibi olmazdı. Ve eğer Jack’in mektubu bir hafta köyde beklediyse çok geç kalmış bile olabilirdim. Shanks erzakları indirirken ben de koşarak içeri girip üst kata, Hayalet’in odasına çıktım, titreyen ellerle ona mektubu uzattım. Okuduktan sonra derin derin iç çekti.

Habere üzüldüm. Hemen eve gitsen iyi olur. Annenin sana ihtiyacı olacaktır.

Peki ya siz? diye sordum. İyi olacak mısınız? Benim için endişelenme, ben iyi olurum. Hava henüz kararmamışken bir an önce yola çık. Karanlık bastırmadan fundalıktan aşağıya inmiş olsan iyi edersin.

Mutfağa indiğimde Alice ve Meg fısıldaşıyorlardı. Meg beni görünce gülümsedi. Size bu akşam özel bir yemek yapacağım, dedi.

Ben bu akşam yemekte olmayacağım Meg. Babam hasta ve birkaç günlüğüne eve gitmem gerekiyor.

Bunu duyduğuma üzüldüm Billy. Kar geliyor, kalın giyinsen iyi edersin. Soğukta parmakların donabilir.

Durumu nasıl Tom? diye sordu Alice endişeli bir şekilde. Uzattığım mektubu hemen okudu.

Of Tom! Çok üzgünüm, diyerek yanıma geldi ve bana sarıldı. Belki de o kadar kötü değildir.

Fakat göz göze geldiğimizde bunu yalnızca kendimi iyi hissetmem için söylediğini anladım. Her ikimiz de en kötüsünü düşünüyorduk.

Yola çıkmak üzere hazırlandım. Çantamla uğraşmadım onu çalışma odasında bıraktım ama asamı aldım. Çekimde yol için yanıma aldığım büyük bir parça peynir, çıra kutusu ve küçük bir mum vardı. Ne zaman işe yarayacakları hiç belli olmaz.

Hayalet’e veda ettikten sonra Alice’le birlikte arka kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıkarken vedalaşmak yerine paltosuna uzanarak beni şaşırttı.

Ben de vadinin ucuna kadar seninle geleceğim, diyerek mahzun bir şekilde gülümsedi.

Birlikte yürümeye başladık. Konuşmuyorduk. Korkudan hissizleşmiştim. Alice ise soğukkanlı olmak için kendini zorluyor gibi görünüyordu.

Vadinin en alt kısmına varınca vedalaşmak üzere Alice’e döndüm; gözleri yaşlıydı.

Sorun ne Alice?

Döndüğünde burada olmayacağım. Yaşlı Gregory beni gönderiyor. Yine Moor View Çiftliği’ne gideceğim.

Bunu duyduğuma üzgünüm Alice. Bana hiçbir şey söylemedi. Her şeyin yolunda olduğunu sanıyordum.

Bana da dün gece söyledi. Meg’le fazla yakınlaşıyormuşum.

Fazla mı yakınlaşıyormuşsun?

Bizi sohbet ederken görmüş olmalı, hepsi bu. Onun aklından neler geçtiğini kim bilebilir ki? Sana söylemek istedim, döndüğünde beni nerede bulacağını bilirsin.

Döner dönmez ilk iş seni görmeye geleceğim. Hatta Hayalet’in evine dönmeden önce.

Teşekkürler Tom, diyerek sol elimi tutup sevgiyle sıktı.

Yanından ayrılıp yürümeye devam ettim, yalnızca bir kez durup arkama baktım. Hala orada duruyordu, ona el salladım. Alice ayrılırken ne veda etmiş ne de rahatlatıcı bir şeyler söylemişti. Babamdan da bahsetmemişti. Her ikimiz de söyleyecek bir şey olmadığını biliyorduk ve ben evde beni bekleyenlerden korkuyordum.

Kuzeyden gelen yoğun bulut kitlesi yüzünden karanlık çok çabuk çöktü. Fundalığın aşağılarına varmama yakın hava kararmaya başlamıştı bile. Bir şekilde yön duygumu yitirmiş ve yanlış yola sapmıştım.

Daha aşağıda bir koruluk ve az ilerisinde ufak bir bina olan alçak, taş bir duvar vardı. Bu muhtemelen bir ırgat kulübesiydi, yani kulübeden bayır aşağı devam eden bir yol olmalıydı. Duvara tırmandımsa da karşı tarafa atlamadan önce duraksadım. Alçak görünen duvar iki metreden yüksekti, üstelik aşağıda bir mezarlık vardı. Kulübe sandığım binaysa ufak bir kiliseydi.

Aldırmayıp aşağı, mezar taşlarının arasına atladım. Biraz ürpertici olduğunu kabul ediyorum, ama ben Hayalet’in çırağıydım ve bu tür yerlere karanlıkta dahi girebilmeliydim. Mezarların arasından geçerek bayır aşağı inmeye devam ettim, çok geçmeden kiliseye giden taşlı bir patikaya çıkmıştım bile.

Patika kilisenin yanından dolaşıyordu; onun da ilerisinde, tekrar mezar taşlarının arasından geçerek giriş kapısı görevi gören iki devasa porsuk ağacına varıyordu. Yürümeye devam etmeliydim, fakat kilisenin renkli camlarından hafif bir ışık sızıyordu; içeride bir mum yanıyor olmalıydı. Yanından geçerken kapının aralık olduğunu fark ettim ve içeriden bir ses geldi.

Yalnızca tek bir kelime: Tom!

Kaim bir sesti, bir erkek sesi. İtaat edilmeye alışkın bir ses. Kim olduğunu çıkaramamıştım.

Çok uzak bir ihtimal olsa da bana seslenildiğini hissettim.

Burada adımı ya da o an karanlıkta geçip gidenin ben olduğumu kim bilebilirdi ki? Gecenin bu saatinde kilisede kimse olmazdı. Yalnızca ara sıra, kısa ibadetler ya da cenaze törenleri için kullanılıyor olabilirdi.

Ne yaptığımın farkına bile varamadan kilisenin kapısına gidip içeri girdim. İçeride kimsenin olmaması beni şaşırtmıştı, ancak aniden kilisenin yerleşim düzeninde bir tuhaflık olduğunu fark ettim. Aralarında koridor olan ve mihraba bakan sıra sıra banklar yerine her iki yanma gardiyan gibi birer büyük mum yerleştirilmiş olan günah çıkarma odasına dönük, duvar dibine dizilmiş dört sıra bank vardı.

Günah çıkarma odasının her zaman olduğu gibi biri rahip biri de tövbekar için olmak üzere iki kapısı vardı. Günah çıkarma odaları bir paravanla birbirinden ayrılmış bölümlerden oluşur; rahip tövbekarı duyabilir ama yüzünü göremez. Ancak burada bir tuhaflık vardı. Kapılar sökülmüştü; yani önümde, dikdörtgen biçiminde, karanlık iki boşluk vardı.

Tedirgin bir şekilde, kapıların olması gereken yere bakarken sol taraftan, yani rahibin giriş kapısının olması gereken yerden bir siluet çıkıp bana doğru yürümeye başladı. Üzerinde tıpkı Hayalet’inkine benzer bir cübbe ve kukuleta vardı.

Her ne kadar beni çağıran ses onunki olmasa da karşımdaki Morgan’dı. Kilisede başka birileri daha mı vardı? Bana doğru yaklaşırken üşümeye başladığımı hissettim. Bu, karanlığa ait bir varlık yaklaştığında hissettiğim o sıradan soğuğa benzemiyordu. Diğerlerinden çok farklıydı. Priestown’da Zehir adı verilen o kötü ruhla karşılaştığımda hissettiklerime benziyordu.

İşte yine karşılaştık Tom, dedi Morgan alaycı bir şekilde gülümseyerek. Babanla ilgili haberlere üzüldüm. Ama iyi bir yaşam sürdü. Ölüm eninde sonunda hepimizi bulur.

Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu ve bir an için nefesim kesildi. Babamın hastalığını nereden biliyordu?

Fakat ölüm bir son değildir Tom, diyerek bana doğru bir adım daha attı. Ve bir süre daha sevdiklerimizle konuşabiliriz. Babanla konuşmak ister misin? Eğer istersen senin için onu çağırabilirim.

Yanıt vermedim. Söylediklerini yeni yeni algılayabiliyordum. Kaskatı kesilmiştim.

Ah, üzgünüm Tom. Doğru ya, haberin yok, değil mi? diye devam etti Morgan. Baban geçen hafta öldü.

Joseph Delaney

Wardstone Günlükleri – 1. Kitap “Hayaletin Çırağı”

Wardstone Günlükleri – 2. Kitap “Hayaletin Laneti”

Wardstone Günlükleri – 3. Kitap “Hayaletin Sırrı”

Hikayenin Bölümleri

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11

hikaye, hikaye oku, hikayeler, korku hikayesi, hayalet, Hayaletin Laneti serisi, Hayaletin Laneti PDF, Hayaletin Çırağı, Hayaletin Çırağı Serisi, Hayaletin Sırrı, Hayaletin Çırağı Oku, Wardstone Günlükleri serisi, Wardstone Günlükleri 1, Wardstone Günlükleri 3, Wardstone Günlükleri Serisi PDF indir, Wardstone Günlükleri serisi, Hayaletin Laneti PDF, Starblade Günlükleri, Wardstone Günlükleri konusu,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu