Bilim Kurgu HikayeleriMustafa Söylemem

Ateş Düştüğü Yeri Yakar 3. Bölüm

Ateş Düştüğü Yeri Yakar 3. Bölüm

Hikaye Oku; İşten atılmıştım ama kafamda deli planlar dönmekteydi. Korkmuyordum.

Maaşım rakam olarak aynı duruyordu ancak alım gücüm azala azala kuş kadar olmuştu bu durumu sürdüremezdim. Çünkü bu süreç böyle sürerse işlerin daha da kötüye gideceğini biliyordum. Zaten bu yüzden işten atılmayı tercih etmiştim.

Burda insanların aklına neden bu kadar kötü oldu sorusu gelebilir. Çok baside indirgersek herkes kazandığından fazlasını harcıyordu ve borçlanıyordu. Kimse ak akçe kara gün içindir tabirini duymamıştı sanırım. Gerek iş adamları gerek sıradan vatandaş, herkes çok borçluydu ve daha kötüsü özellikle şirketler dövizle borçluydu. Kısaca ekonomi domino taşı gibi dizilmişti. Bu taşları ardı ardına yıkan ise ağustos ayındaki ani kur yükseliş oldu.

İlk başlarda kimse aldırmadı bu duruma herkes kredi kartlarından çekip tatile gitti herkes bırakın birikim yapmayı önlem almayı borçlarını aylarca yıllarca ödeseler ödeyemeyecekleri hale getirmeye devam etti. Elbette burada devletin yaptığı hataları da anlatabilirim. Ama anlatmayacağım, o zaman hikaye hikaye olmaktan çıkar.

Ancak sonuçlar basitti. Tl’nin değer kaybı alım gücümüzü azalttı bu da borçlu olanların borçlarını ödemek yerine temel ihtiyaç maddelerine yönelmesine neden oldu. Kısaca borçlarını ödemediler. Bu da bankaları zora soktu. Bu esnada da zaten şirketler birer birer birbirlerini ve bankaları aşağı çekmeye başlamıştı. Mesela bir inşaat şirketi malzeme aldığı şirkete borçlanarak mal alıyor mesela demir alıyor. Ödemeyi vadeli yapacak, ancak yeni yaptığı evleri satamayınca iflas bayrağı çekiyor. Bu durumda inşaat şirketinden alacağı olanlar da alacaklarının yerine sadece değeri kalmamış artık satılmayan evler alabiliyorlar. Ancak onların da borçları var ve onlardan da alacaklı olanlar var. Kısaca şirketler ardı ardına domino taşı gibi yıkılıyorlar, batıyorlar.

Neyse bu kadar arka plan bilgisi yeter. Eve gittiğimde abim gelmişti. Yanında yiğenlerim de vardı. Çocuklar sobanın yanına oturmuşlar iştahla bulgur pilavı yiyorlardı. Bu manzarayı ne zaman görsem gülümsemekten kendimi alamıyordum. Daha iki ay öncesine kadar bu çocuklara iki kaşık yemek yedirmek için yalvarmak gerekiyordu. Ama artık zaman değişmişti bulgur plavını iştahla yiyorlardı. Yemezlerse aç kalacaklarını biliyorlardı.

Annem bana ne oldu oğlum. Diye sordu. Anneme işten atıldım anne. Dedim. Şaşırma yoktu bu dediğim o günlerde herkesin başına geliyordu. Ancak annemin üzüldüğü belliydi. Abimin, “Abim geçmiş olsun.” Dediğini işittim, “Dert etmeyin, bir planım var.” Dedim.

Plan basitti, önce saatten antikaya pek çok şeyin değeri nasıl anlaşılır bunla ilgili yazılar okumaya videolar izlemeye başladım. Bunu sobanın yandığı tek odada lap topumda yapıyordum. İnanılmaz tuhaf bir histi, sobanın nostaljik etkisi altında teknolojiyle uğraşmak.

Sonra piyasaya çıktım. İlk durak artık inanılmaz sıradan hale gelmiş olan haciz müzayedeleriydi. Buralarda ön sıralarda birkaç alıcı oturuyordu arkada ise yüzlerce dolar değerinde para verdikleri malların değerinin onda birine alındığını gören ve acı feryatlarla ağlayan bankaların borçluları. İlk günde yirmi telefon aldım. Hepsi gayet yeni ve pahalıydı. Bu arada açık arttırma dediysem açık kısmı doğruydu arttırma kısmı yanlıştı. Mal fazla alıcı az olduğundan bir ürün son derece düşük bir taban fiyattan açılıyordu ve bir kişi o taban fiyata elini kaldırıyordu. Diğer alıcılar ise arttırma gibi bir şey yapmıyordu. Yani tüm mallar eğer satılırsa en düşük fiyattan satılıyordu. Bu da çok değil birkaç ay önce borçlanarak büyük paralarla telefonlar, saatler, elbiseler v.b. almış kişileri kahrediyordu.

Malları aldıktan sonra Gürcistan sınırına gitmek için bir otobüse bindim. Otobüsle sınır şehri olan Artvine vardım.

Artvinde sınır kapısına giden bir dolmuşa bindim. Ama yolda indim. Yürüyerek epey bir uzaklaştım. Sınırda teller yoktu ama geçecek cesaretim de yoktu. Bizim devriye atan askerlere rastladım. Yanıma geldiler kimlik kontrolü yaptılar. Sınırdan uzaklaşmamı söylediler.

Ben beklemeye devam ettim. Bu sefer gürcü devriyesi geliyordu iki sıradan askerdi bunlar. Onlara yanaştım. Biraz gürcüce biraz türkçe anlaşmaya çalıştım onlara eğer beni en yakın gürcü kasabasına götürürlerse onlara dört telefonumdan istedikleri ikisini vereceğimi söyledim. Gürcülerle ilgili bilmeniz gereken tek kural vardır. Tarih rüşvet almayan her hangi bir gürcüyü yazmamıştır. Askerler teklifimi kabul ettiler beni sınırdan geçirdiler. En yakındaki kasabayı gösterdiler onlara söz verdiğim iki telefonu uzattım. Onlar ise keleşlerini kaldırarak buna cevap verdiler. Bir telefon daha aldılar ve gittiler. Eğer dört değil de yirmi telefonum olduğunu bilselerdi on beşini alırlardı. Her neyse yanıma biraz lari (gürcistan parası) almıştım. Kasabadan bir dolmuşa atlayıp şehre gittim. Şehirde bir kaç telefoncu gezdim ve telefonlarını sıfırlarının yarı fiyatına sattım. Bu benim için verdiğim fiyatın dört katını kazanmak anlamına geliyordu. Bir kuyumcudan kendime kolayca paraya döndürebileceğim altın bir zincir aldım ve boynuma taktım. Sınırdan elimi kolumu sallayarak ve sadece kimlik göstererek geri geldim.

Bir anda birkaç bin dolar değerinde para kazanmıştım. Benim son maaşımın iki yüz dolar ettiği göz önüne alınırsa ne büyük bir kazanç olduğunu anlayabilirdiniz.

Mustafa Söylemem

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu