Dehşet ÖyküleriGenesisKorku Hikayeleri

Genesis’ten Hikayeler; “Kızıl Ölüm Çiçeği (+18)” 4. Bölüm

Dördüncü Bölüm: Sisten Gelen Yabancı

Genesis’ten Hikayeler; “Kızıl Ölüm Çiçeği (+18)”

Dördüncü Bölüm: Sisten Gelen Yabancı

Gece sabaha kadar hepimiz dışarıda sırayla nöbet tuttuk ama hiçbirimiz çadırlarımızda ve sıcak uyku tulumlarımızın içinde rahat bir uyku çekemedik, çünkü kamp alanımıza kadar gelen o yaratıktan sonra artık hiçbirimiz eskisi kadar huzurlu olamayacaktık; korku hep yüreğimizin bir köşesinde, dehşet hep bir adım gerimizde olmaya devam edecekti.

Gün ağarır ağarmaz kahvaltılarımızı yaptık ve çadırlarımızı topladık. Hava hala durgundu ama sabaha karşı yoğun bir sis bastırmıştı. Dilek montunun cebinden çıkardığı haritaya şöyle bir göz attıktan sonra onu katlayarak tekrar yerine yerleştirdi ve eliyle karşıdaki, hayali bir noktayı işaret ederek “İşte! Büyük Zirve tam şurada dedi.” Fakat Dilek’in gösterdiği noktayı hiçbirimiz görememiştik ve bu, körlemesine bir ilerleyiş olacaktı, çünkü sis ancak yaklaşık kırk metre ötemizi görmemize müsaade ediyordu. Belimizi ve bacaklarınızı saran alt koşumlarımızdaki karabinalarımızı, önden Dilek’in uzattığı perlona geçirdik ve böylelikle ip birliğine girerek tek sıra halinde yürümeye başladık. Üstünde ilerlediğimiz arazi Küçük Zirve ile üç bin dokuz yüz on yedi rakımlı Zirve arasında kalan sırt bölgesiydi ve bu sırtın her iki yanında yüzlerce metrelik uçurumlar uzanıyordu. Sis tıpkı art niyetli bir elin parmakları gibi bu uçurumlar boyunca yükseliyor, kıvrılıp bükülüyor ve bizi avucunun içine alarak bu bembeyaz örtüyle gözlerimizi kör ediyordu. Yürüdüğümüz sırt boyunca uzanan ve geçen gecenin soğuğuyla sertleşmiş kar örtüsü kramponlarımızın dişleri altında çatırdıyordu. Önümde yürüyen Vahdet bir ara elindeki kar kazmasını yere vurarak karı eşeledi ve onun bu aptalca davranışına “Sen aklını mı kaçırdın?” diyerek tepki gösterdim; çünkü geçen kış ayları boyunca rüzgarın biriktirdiği kar kütleleri sırt hattı boyunca korniş oluşturmuştu ve biz düz bir hat doğrultusunda ilerlerken aslında doğal olarak bu sırt çizgisini aşan kırılgan kar balkonlarının üzerinde de yürüyorduk. Vahdet fazla endişe ettiğimi söyleyerek kendini savundu; ama Ayhan bizim neden durup tartıştığımızı öğrenince onu tıpkı bir çocuk gibi azarladı. Bu olaydan sonra herkes daha temkinli adımlar atmaya özen gösterdi ve hızımız bir hayli azaldı, fakat biraz geç de olsa bir süre sonra Büyük Zirve karşımızda, puslu bir bellekte ağır ağır gün yüzüne çıkan bir anı gibi sislerin arasında belirmeye başladı. Bilinmeyen milyonlarca yılın aşındırıp parça parça ufaladığı kayalık kütlesi, yorgun düşmüş bir insan bedeni gibi, sırtını kuzey yamacına yaslamış, ayaklarının altında akan uçsuz bucaksız bulut denizinin dalgalanışını seyrediyordu. Vahşi, yırtıcı ve tehditkar bir tabiatı vardı ve ona yaklaşmak insanın dizlerini titretiyordu. Zirvenin dibindeki kaya ve çakıl döküntüsüne ulaştığımızda oturup biraz dinlendik ve sonra kalkıp Kızıl Ölüm’ü aramaya koyulduk. Saatlerce, soğuktan morarmış ellerimizin buz kazmalarımızı tutacak gücü kalmayana kadar, durup dinlenmeden her oluğu, her duldayı ve her kalıcı kar birikintisini didik didik ettik; ama kardan, buzdan ve keskin kenarlı taşlardan başka bir şey bulamadık.

Öğleden sonra birinin Küçük Zirve istikametinden bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. İki zirve arasındaki sırtta, sislerin arasında, huzura erememiş bir hayalet gibi ağır ağır, elindeki tek batonunu kara saplaya saplaya, kamburunu çıkara çıkara yürüyordu. Onu ilk gören Tufan olmuştu ve “Bakın millet! Sırttan birisi bize doğru yaklaşıyor.” diye bize seslenmişti, ama hiçbirimiz bunun doğruluğuna ihtimal vermemiştik; hatta Vahdet ona “Sabahtan beri şu matarandan içip durduğun alkol sonunda sana hayaller göstermeye başladı.” diye çıkışmıştı ama onu biz de gördüğümüzde gözlerimize inanmamıştık.

Dilek “Aman Allahım, bizden başka hangi aklını kaçırmış böyle bir havada tırmanış yapmaya karar vermiş olabilir ki?” dedi ve ardından Ayhan “Hem de tek başına…” diye ekledi.

Adam bize yaklaştıkça görünüşündeki ayrıntılar daha da seçilebilir oluyordu ve böylece şaşkınlığımız daha da artıyordu; çünkü soğuktan korunmak için giydiği kıyafetleri en az yüz yıl öncesinin modasıymış gibi görünüyordu. Yakaları kürklü deri pardösüsünün etekleri ayak bileklerine kadar uzanıyordu ve yıpranmış, yırtılıp lime lime olmuş haline bakılacak olursa, adam onu bir çöplükten bulup da sırtına geçirmiş gibi görünüyordu. Kürklü başlığının yan kısımları adamın yüzünün her iki yanından sarkıp yanaklarını örtüyordu. Bir süre sonra adam bize yaklaşıp selam verdi ve karşımızda durup topuklarını birbirine vurarak botlarında birikmiş karları çırptı. Sonra üstü kar tutmamış bir kayanın üzerine otururken “Lütfen kusuruma bakmayın, öncelikle biraz soluklanmam gerekiyor.” dedi. Ellili yaşlarındaymış gibi görünüyordu ve yüzü de cırtlak sesi gibi, insanı rahatsız edecek kadar çirkindi. Batonunu üzerinde oturduğu kayanın yanına dayadıktan sonra sanki canı yanıyormuşçasına, ayazdan morarmış yüzünü buruşturdu ve kemerli burnunun altındaki iğrenç ıslaklığı eldivenli elinin tersiyle sildi.

“Adım Bila,” diye kendini tanıttı adam, “iki gündür Tekir Yaylasındaki otelde konaklıyordum ve bu sabah Şeytan Rotası’ndan Erciyes’e tırmandım. Boğaz içinde ilerlerken, tepedeki Hörgüç Kaya’nın eteklerinden birçok defa taş yuvarlandı; ama neyse ki hiçbiri bana çarpmadı. O taşlardan biri bu yaşlı bedenime isabet etseydi…”

“Hiç de iyi olmazdı.” diyerek adamın cümlesini tamamlandı Kadir.”

“Neyse,” diye devam etti adam Kadir’in yüzüne bir süre dik dik baktıktan sonra, “rotanın bu tehlikeli topoğrafyasından dolayı tırmanırken boğazın kuzey kenarını kullanmaya gayret ettim. Hörgüç Kaya’ya ulaştıktan sonra kuzeye doğru çatal yapan kılçığı takip ederek Küçük Zirve’ye ulaştım. Bu esnada sis çok yoğun bir şekilde bastırdı ve göz gözü görmez oldu. Durup sisin açılmasını beklerken ileride sislerin içinde göremediğim tekinsiz bir şeyin beni izlediği hissine kapıldım. Oraya doğru kulak kabarttığımda sert karı ezip duran aceleci, sabırsız ayaklarının sesini ve hızlı hızlı soluk alıp verişini duyabiliyordum. Yanıma buz kazması almamıştım, bu yüzden de batonumun birine iki elimle sımsıkı sarıldım ve sivri ucunu az sonra karşımdan üzerime atlamasını beklediğim yaratığın bedenine saplamak için kendimi hazırladım; fakat yaratık tahmin ettiğimden daha kötücül bir zekaya sahipti. Bana fark ettirmeden etrafımı dolandı ve bana arkamdan saldırdı. Sırtıma atladığında karın içine yüzüstü öyle bir saplandım ki Erciyes’te değil de şehir merkezinde bir caddenin ortasında olsaydım bana bir kamyon çarptı sanırdım. Hayvan dişlerini pardösümün yakasına geçirdi ve beni sağa sola savurmaya başladı. Bunu beni sarsıp sersemletmek için yapıyordu ve bundan vazgeçip boğazıma öldürücü bir hamle yapması an meselesiydi. İşte bu yüzden var gücümle onun çenesinden kurtulmak için çırpınırken, karın içine savrulmuş olan batonumu gördüm ve uzanıp onu almayı başardım. Hayvan beni savururken onun gövdesine en yaklaştığım esnada batonumun sivri ucunu onun vücudunun arka kısmına sapladım. Bu hamlem onun canını yeterince yakmış olmalı ki çenesini açıp beni bıraktı ve sonrasında hızla Kuzey Buzul Rotası yamacına doğru savruldum. Yamaçtan aşağıya yuvarlanırken ellerimi kara sapladım ve metrelerce sürüklendikten sonra ancak durabildim. Sanki vücudumdaki tüm eklemlerim yerinden çıkmış gibiydi ve tüm kemiklerim kırılmışçasına ağrıyordu. O dik yamaçtan aşağıya inmeye gözüm kesmedi ve ben de buraya gelen sırtı takip ettim. Amacım zirvenin diğer tarafına geçip Klasik Sırt Rotası’ndan ilerleyerek tekrar Tekir Yaylası’na inmekti ama sizi görünce yanınıza gelmeye karar verdim.”

“Çok büyük bir tehlike atlatmışsınız.” dedi Dilek.

“Şu bahsettiğiniz kurdu sanırım biz de gördük.” diye söze karıştı Ayhan.

“Aslında…” deyip bir süre durup düşündü adam sanki hafızasındakileri tekrar gözden geçirmeye çalışıyormuşçasına ve şöyle devam etti: “Aslında ona tam olarak kurt diyemeyiz. O kadar büyük, o kadar ölümcül ve o kadar hızlıydı ki bir kurttan çok cehennemden çıkıp gelmiş bir şeytana benziyordu. Tüyleri birer bakır teli gibi kalın ve güçlü simsiyah postunun örttüğü bedeni bir çelik kadar sertti ve dişleri birer jilet kadar keskindi. Üzerimdeki şu pardösüye neler yaptığına bir baksanıza. Birer ustura büyüklüğündeki pençeleri ise en az bu keskin dişler kadar ölümcüldü.

Adamın anlattıkları hakkında daha başka ayrıntıları da dinlemek için biz de kendimize birer kaya bulup üzerine oturduk ve sohbet etmeye başladık.

Dilek sırt çantasından termosunu çıkardı ve bir kağıt bardağa biraz çay doldurarak onu adama ikram etti. Kadir ise mangal kömürüyle bir ateş yaktı ve batonunun ucuna kocaman bir sosis geçirerek onu bu garip adam için ateşte kızartmaya başladı.

“Çok affedersiniz Bilal Bey, sormayı unuttuk…” dedi Dilek oturduğu yerden doğrularak ve sonra “İlk yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sordu adama doğru yaklaşarak.

“Sanırım kulaklarınızda problem var,” dedi adam bir yudum çay aldığı bardağını yere bırakırken ve sonra “adım Bila,” diye ekledi.

Kadir, adamın bu sözlerinin münasebetsiz bir şakadan ibaret olduğunu düşünmüş olmalı ki zoraki bir şekilde sırıttı ve pişirdiği sosisi batonuyla adama uzattı, ama Ayhan’ın yüzünün aldığı ifadeye bakılacak olursa adamın bu sözlerinden rahatsızlık duyduğu apaçık ortadaydı.

Yüzünde asılı kalmış yarım yamak gülümseyiş saniyeler içinde solup giden Dilek “Affedersiniz Bilal Bey.” diyerek geri geri çekilmeye hazırlandı, fakat adam bir eliyle Dilek’in kolunu kavradı ve diğer eliyle, Kadir’in kendisine uzatmış olduğu batonun ucundaki sosisi yırtıcı bir hayvanın avını yakalaması gibi bir çırpıda çekip alarak ağzına götürdü. Adamın bu anormal davranışları karşısında hepimiz şaşkınlıktan donup kalmış bir halde olup biteni izlerken, o ise ısırdığı sosisi iğrenç bir şekilde ağzını şapırdatarak çiğniyor ve dik dik bakan gözlerini Dilek’in vücuduna dikmiş, onu baştan aşağı süzüyordu.

“İlk yardım değil de,” dedi adam Dilek’in kolundaki kavrayışını sıkılaştırıp onu kendine doğru çekerek, “Asıl ihtiyacım olan şey, sizin gibi hoş bir bayanla güzel bir gece geçirmek.”

Adamın niyetini bu şekilde açıkça belki etmesi hepimizin bir anda ayağa fırlamasına neden olmuştu ama adam hala yerinde, tüm bu olup bitende anormal bir şey yokmuş gibi oturmaya devam ediyordu.

Ayhan “Bırak onu aşağılık herif!” diyerek adamın üstüne yürürken, adam ayağa kalkıp Dileği Ayhan’ın üzerine doğru savurdu ve Ayhan dengesini kaybeden Dilek’i düşerken yakaladığı esnada Kadir adamın yakasına yapışmak için ileri atıldı, ama adam çevik bir hareketle yana kaydı ve onu giysilerinden yakalayıp etrafında yarım tur çevirerek az önce üzerinde oturduğumuz kayalara doğru fırlattı. Kadir ayakları yerden kesilmiş halde bir kurşun gibi savruldu ve düşüp kafasını kayalara çarptıktan sonra yerde öylece kalakaldı. Bu numarasından sonra adamın kolay lokma olmadığı ve onu çıplak elle alt etmenin imkansız olduğunu anladım ve batonumu kapıp üzerine atıldım. Adam dövüşürken o kadar hızlı hareket ediyordu ki ben ona iki kol mesafesi yaklaşana kadar, adam üzerine koşan Vahdet’i içi saman dolu bir çuval gibi yere çalıp kafasına bir tekme sallamayı ve Tufan’ın çenesinin üzerine sıkı bir yumruk indirmeyi başardı. Adam, havaya kaldırıp hızla kafasının üzerine indirdiğim batonu tek eliyle havada yakalayıp bir mengene gibi kavradı ve onu elimden çekip alırken ileri doğru yere, adamın ayaklarının önündeki kızgın mangal kömürlerinin üzerine düştüm. Avuç içlerimde dayanılmaz bir acı ve yüzüme çarpan bir alev hissettiğimde kendimi yana attım ve alev almış olan eldivenlerimi ve montumu karda yuvarlanarak söndürdüm. Görünüşünden beklenmeyecek ölçüde atik olan bu adam bir ayı kadar güçlü ve bir tilki kadar kurnazdı. Öyle ki orada tek başına hepimizle başa çıkmayı becerirken bizim ona karşı her hamlemizi bize karşı silah olarak kullanıyor ve savurduğu hiçbir yumruk ve hiçbir tekme hedefinden şaşmıyordu. Adam cehennemden çıkıp gelmiş bir şeytan gibi insanüstü bir güç ve zekayla orada hepinizi alt ediyordu. Ben yerden acı içinde doğrulurken, Ayhan’ın elinde buz kazmasıyla birlikte adama temkinli adımlarla yaklaştığı gördüm. Onunla birlikte diğerleri de adamın etrafını çevirdi ve oluşturdukları bu çemberi yavaş yavaş daraltmaya başladılar. Adam ilk saldırının kimden geleceğini anlamaya çalışırken alt koşumumda asılı duran bir kangal perlonu çözdüm ve etrafından dolanarak arkasına geçtim, sonra hızlı ama sessiz adımlarla ona yaklaşıp perlonu boğazına dolayıp var gücümle sıktım. Adamın boğazından bir hırıltı kurtulduktan sonra iki eliyle, boğazını sıkan perlonu tuttu ve tam o sırada Vahdet’in savurduğu batonu alnının ortasına yedi. Ben perlonu kendime doğru çekerken Ayhan buz kazmasını adama saplamak üzere çılgınca koştu ama son anda karnına savrulan tekmenin şiddetiyle geri sekti ve buz kazması elinden düştü. Tam o esnada batonunu bir mızrak gibi tutarak koşan Vahdet batonun sivri ucunu adamın karnına saplayınca adam bir öküz gibi böğürdü ve iki eliyle beni giysilerimden tutup öne doğru savurdu. Sırt üstü yere düşmeme rağmen, hala adamın boynuna sarılı olan perlonu bırakmaya hiç niyetim yoktu. Tufan adamın sırtına atlayıp kollarını adamın boynuna dolarken, Ayhan sürünerek buz kazmasını yerden aldı ve uzanıp onu adamın ayağına sapladı. Adam acıyla öne doğru eğilir eğilmez perlona tüm gücümle yüklenince adam yüz üstü yere düştü ve Tufan adamın sırtından inip ayaklarından, ben de boynundaki perlondan çekmeye başladım ve böylelikle iki zıt yöndeki kuvvetin gerilimine maruz kalan adam boğulurken tıpkı ağzından tüy topağı çıkarmaya çalışan bir kedi gibi sesler çıkararak çırpınmaya başladı, ta ki Vahdet batonunu karnına defalarca saplayıp çıkarana ve Ayhan buz kazmasıyla boğazını parçalayana kadar. Adamın açığa çıkmış soluk borusunun üfürdüğü hava, sıcak kanı yüzüme püskürtürken, dehşetle dışarı fırlamış gözleri göz çukurlarının içinde son defa cansız halde yuvarlandı ve kana boyanmış bir kar öbeğinin üzerinde iğrenç bir et yığını öylece kalakaldı.

Yazar: Genesis

Hikayenin 1. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 2. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 3. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 4. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 5. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 6. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 7. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 8. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 9. Bölümü İçin TIKLAYINIZ

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

4 Yorum

  1. Sitede birbirinden güzel yazılar olsa da uzun zaman sonra Genesise ait bir yazı gördüğüme o kadar çok sevindim ki. Yine hikayen çok güzel devam ediyor. Henüz 4. Bölümü okumadım ama eminim ki bu bölümde olaylar daha da çetrefilleşecek tir. Ne zaman senin bir yazını okusam bana da bir yazma şevki geliyor ama olmuyor işte. Bir türlü başladığımı bitiremiyorum. İlk 3. bölüm muhteşemdi, akşama da diğer bölümleri okuyacağım.

    1. Teşekkür ederim Zenhar, yorumun beni çok mutlu etti. Umarım hikayenin geri kalanını da beğenirsin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu