Dehşet ÖyküleriElif Sıla YılmazKorku Hikayeleri

Çok Güzel Bir Korku Hikayesi; “SAKLI CEHENNEM” 1. Bölüm

Korku Hikayesi

Çok Güzel Bir Korku Hikayesi; “SAKLI CEHENNEM” 1. Bölüm

Cehennemin bilinmezliğe kucak açmış yollarında, yeşilliğini kaybetmiş bedenimi ağ gibi saran sarmaşıkları kafamı çevirdiğim her yerde görebiliyordum. Burası Saklı Cehennem`in ilk yüzü:

Kayıp Orman…

Soğuk; bedenime işliyor, tenime hatıraları teker teker kazıyordu kandan yapılma mürekkeple. Her adımım ölüme birer meydan okumaydı sanki. Adımımla eş zamanlı olarak çorak zeminde çıkan sesler, ölüm perilerinin çığlık sesleri gibi geliyordu kulaklarıma. Ölüm perileri, ölüm ninnisini fısıldıyordu kulaklara gözleri yaşlı bir şekilde. Sonra gövdeleri yarılmış olan ağaçların, yarıklarından dışarı süzüldü ruhları. Onlar da uğuldayan rüzgar gibi eşlik ediyordu ölüm perilerinin çığlıklarına. Her haykırış ölüme daha yaklaştırıyordu beni. Her yakarış nabzımın giderek düşmesine neden oluyordu. Kulaklarım içime korku salan çığlıklara karşı koyuyor, kalbim ise nabzıma eşlik ederek bir öncekinden daha yavaş atıyordu. Hayat benim için karanlık bir arka fonla gösterime giriyor, tüm acı anılarım gözümün önünden birer birer geçiyordu. Anlamsızca titreyen nefesimden çıkan buharlar, havanın soğukluğuna çarpıp atmosfere karışıyordu. Kasvet verici karanlık havaya eşlik eden sisler, ruhun bedene çökmesi gibi çökmüştü tüm cehenneme. Adımlarım yavaşladı fakat dışarıdan bakınca hâlâ koşuyormuş gibi yürüyordum. Baykuşların sesleri, çekirgelerin seslerine karışırken inen sise rağmen baykuşların parıldayan gözlerini net bir şekilde görebiliyordum. Ölümcül ve yırtıcıydılar. Önlerine çıkan zavallıların hayatlarına tek bir kanat çırpışıyla son verecekmiş gibi derinden bakıyorlardı. Koştum, koştum, koştum… Az önce düşen nabzım koşmama rağmen hâlâ yavaş atıyordu. Önünde durduğum yıkık şehre baktım sonra. Karanlık gölgeler önümden geçiyor ve Zelanda Mitolojisinin soluk renkli dağ ruhları Patupaiarehelerle beraber küçük bir selam veriyorlardı bana kendilerince. Gözlerim etrafta gezindi. İçinde birçok ölmüş insan ruhunun bulunduğu fakat şehrin kendisinde ruhun bulunmadığı bir yerdi burası: Yıkık şehir…

Saklı Cehennem’in 2. yüzü.

Köhne binaların kirli beyaz duvarları, ruhuma hitap ediyordu sanki. Beyaz ama kirli.

Müstakil evlerin öncülük ettiği şehre ilk adımımı attım kararsız bir edayla. Adımlarımı hızlandırmaya çalışıyordum fakat hızlanamıyordum. Kendimi her ne kadar hızlı adım atmaya zorlasam da hızım sabit kalıyordu. Birkaç dakika sonra binaların arasındaki toprak ve taşların yol yaptığı sokağın başında buldum kendimi. Binaların önünden geçerken kafamı binaların giriş kapılarına çevirip içeriye bakıyordum ama içeriyi net bir şekilde göremediğim için merakıma yenik düşerek duvara veda eden alçıların beni karşıladığı evin giriş kapısında buldum kendimi. İki katlı evin içine giriş yaptığımda meraklı gözlerle inceledim her yeri. Kırık camlı çerçeveler, yıkık duvarlar, üzerine tavanın alçıları düşmüş rengini çoktan kaybeden antik kanepeler, üzerine konan tozdan kendisini göremediğim vitrinler…

Arkamı döndüğüm sırada karşımda beliren demir bir kapı karşıladı beni. Ne ile karşılaşacağımdan emin olmasam da kapının küflü kolunu sıkıca tutup açtım. Karşımda karanlık bir silüet görmemle kulakları dolduran çığlığım, tavanda düşmeye hazırlıklı duran alçıları saçlarıma karıştırdı birer birer. Arkamı dönüp buradan çıkmak amacıyla koşmaya çalıştım ama koşmaya çalışırken harcadığım enerji boşa çıktı yine. Çünkü koşamıyordum. Arkama da bakamıyordum çünkü korkum merakımı bastırıyordu. Gördüğüm ilk ahşap kapıyı sonunun ne olacağını düşünmeden araladım ve…ve sonra ayaklarıma hafif sıcaklık veren kan havuzunun içinde buldum kendimi. Sadece ayaklarımı kaplayan bu havuz, ruhu bedenlerinden sıyrılmış ölülerin taze kanlarından oluşuyordu.

İşte oradaydım! Saklı Cehennem’in 3. yüzü: Taşınmış mezarlık.

Adına tezatlık oluşturan taşınmış mezarlık, aslında ölü bedenlerin cehennemiydi adının tam anlamıyla.

Tanrı tarafından lanetlenmiş ruhların iskeletleri, ayaklarımın altında kırılıp un ufak oluyordu. Her kırılma sesi; bedenimde bir korkunun filizlenmesine yol açıyor, rüzgarın etkisiyle karşımda durup sallanan salıncağın gıcırdama sesi korkuma milyonlarca kez korku ekliyordu. Mutant domuzlar; birbirlerini kovalayıp yakalamaya çalışıyor, kan rengine boyanmış beyaz elbisemin uçları gitgide koyu kırmızı rengine bürünüyordu. Kanın metalik kokusu midemi bulandırırken yeni ölmüş bedenlerin leş kokuları mide bulantımı ikiye katlıyordu. Çıplak ayaklarımın altında yatan çürümüş kemikler, yara içinde yüzen ayaklarıma batıyordu. Canımın yanması gerekiyor fakat hissizliğin hüküm sürdüğü Taşınmış Mezarlıkta acı, kendini hissettirmiyordu.

Birkaç adım attım korkarak. Domuzlar varlığımı fark ederek yanıma geldi ve etrafımda dönerek birbirleriyle oynamaya devam ettiler. Mutant domuzların zıplarken çevreye sıçrattıkları kan, elbisemi kan lekelerine mahkum ediyordu. Yüzüme kadar gelen kanlar, refleks olarak gözlerimi kapatmaya itiyordu beni. Sıcak kan yüzüme çarpıp aşağı doğru süzülerek yüzümde zaman geçtikçe kuruyordu. Sonra bir çığlık sesi daha duyuldu tüm mezarlıkta. Ölüm perileri hayat solduran çığlıklarını atmaya kaldıkları yerden devam ediyorlardı anlaşılan.

Domuzlar, eteklerimin dibinden etrafa dağılıp beni kendi kaderime terk ettiler. Ayaklarımın dibinde biten kan havuzuna çevirdim bakışlarımı. Gittikçe yükseliyordu kan. Az önce sadece ayaklarımı ıslatan kan, şu an dizlerime değiyordu. Metalik kokusunu duyu almaçlarımda keskince hissettiren kan, gittikçe yükseldi ve …ve beni içine çekti. Kanın sıcaklığını artık tüm bedenimde hissedebiliyordum. Ellerimin hemen yanında hissettiğim insan saçları, toz haline gelmiş kemikler, beyazlığından eser kalmayan elbisem boğulduğum kan havuzunda serbestçe yüzüyordu. Anılarımın kendilerini birbirlerine bağladığı deliklerden sızan kan, hafızamda zehir misali yayılıyor ve anılarımı birer birer yok ediyordu. Hayallerim, beni içine çeken bu havuzda içinde ölü bedenlerin çürümüş ruhlarının arasında teker teker dağılmış yüzüyordu. Hayatım ise kan havuzunda karışan saçlarım gibi darmadağındı artık. Nabzım yok gibi atıyordu. Ölüm perilerinin çığlıklarını duyamıyordum belki ama hissedebiliyordum ruhlarını.

Ölüme ilk selamımı vermiştim. Derken bir el, kolumu tuttu ve hayatımı, hayallerimi, anılarımı birbirine ip yumağı gibi bağlayan kan havuzundan çıkardı beni. Gözlerimi yavaşça araladım. Üzeri tamamen karla örtülü olan sıra sıra dağların incileri andıran halleri, bedenime çarpan soğuğu unutturuyordu neredeyse. Ve işte Saklı Cehennem’in son yüzü bana kapılarını aralamıştı.

Kar Küresi…

Uçları hâlâ kan lekesine boyalı olan elbisemdeki kanlar kurumuştu. Saçlarıma karışıp yok olan karlar, çıplak ayaklarıma değen karlara ulaşabilmek istiyordu fakat saçlarıma tutunup orada eriyordu. Saçlarımın boynumu örtemediği yerlerine değen her kar tanesi ürpermeme sebep olsa da şaşkınlığımın verdiği umursamazlıkla sorun olmaktan çıkıyordu.

Sessiz bir nota çalıyordu dağların arasından. Ölüm sessizliğinin notaları, her notadan notaya geçişinde duran bir kalbi anımsatıyordu. Çok sürmedi bu sessizlik. Ölüm perilerinin bir çığlığı daha koptu. Bu, onların son çığlığıydı artık. Ölüm, beni içine çekecek ve ben sonsuzluğa gözlerimi kapatacaktım.

Yer sarsıldı önce. Bu sarsıntıyla yere düşen genç kadın ellerine değen karın soğukluğundan ürperiyor, sonra gökten sürü halinde gelen Pegasuslar birer birer iniş yapıyor yeryüzüne. Dağlardan aşağı inen karlar genç kadının narin bedenini kaplıyor ve…ve zaman duruyor, ölüm perilerinin son haykırışları kulaklara ölümü fısıldıyor, geçmişin filmi yavaşça karanlığa bürünüyor.

Ölüm kokan sayfalara kanlı mürekkeple adı yazılıyor: PAPATYA

O papatyaydı ve şimdi o papatyanın külleri gökten yere düşüp genç kadının bedeniyle usulca buluşuyor. Ölüm perileri sustu. Etraf sessizliğe gömüldü. Bu sefer de ateşin şarkısı sarmaladı atmosferi. Cehenneme düşmüş bir meleğin şarkısını çalıyor ateş. Hece hece tekrar ediyor nakaratlar. Ateşin şarkısıyla ölümün tüm dünyayı ele geçiren hükmü baş gösteriyor ve bu hükümle birlikte beşiğindeki ölüm perisinin çığlığıyla Tanrı onu yaratıyor:

Saklı Cehennem… Ve ardından onlar geliyorlar: Saklı Cehennem’in bekçileri, Efsanevi Yaratıklar. Onlar için geliyorlar. Ruhlarını bedenlerinden sıyırmak için.
KAÇIŞ YOK!
ÖLÜM VAR!

Yazar – Elif Sıla Yılmaz

Korku Hikayeleri,Dehşet Hikayeleri, Korku, Dehşet, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, Elif Sıla Yılmaz

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

6 Yorum

      1. Hikayelerini ve şiirlerini gerçekten çok beğendim. Başka hikayeler yayımlayacak mısın?
        Yazdıklarını okumak istiyorum hikayelerin devamını getirirsen beni çok mutlu edersin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu